|
|||
![]() |
HAC GÜNCESİ – 2 / MEDİNE-İ MÜNEVVERE | ||
AYTEN DİRİER | |||
mardintoplumsaldayanisma@hotmail.com | |||
HAC GÜNCESİ – 2 / MEDİNE-İ MÜNEVVERE
Kutsal Topraklarda Hac yapmak üzere ilk durağımız Medine Havaalanına, THY’nın mükemmel uçuş ve ağırlamasıyla 17 Ağustos saat 06’da indik. İşlemler bittikten sonra, otobüsle otelimize giderken, Medine’yi bir İç Anadolu ilçemizden farksız buldum. Huzur, sükûnet, tevazu yüklü sımsıcak havasını solurken; Peygamber Efendimizin, 622’de Hicret ederken yaşadıklarını, göçün kayıpsız gerçekleşmesindeki ilâhî yardımı düşündüm. Onbeş gün sonra Medine’ye girmesi ve devenin çöktüğü yerde kurulan Mescid-i Nebevî… Cuma namazındaki ilk hutbede; bahçe duvarlarının yıkılarak, tüm canlıların hurmalardan yararlanmasını telkin edişteki hikmeti sezdim.
Hicret sonrasında Medine-i Münevvere(Aydınlık/nurlu medenî şehir) olan Yesrib’in sadece adı değil, her şeyi değişti. Medineli Ensar(yardımcı) her şeylerini bırakarak gelen zor durumdaki muhacirlere(göçmen) kucak açıp, her şeylerini paylaşarak İslâm Dinini kurtarırken; Peygamberimizin yürekten duasına mazhar oldular. Medine Hz. Muhammed’e kucak açarak, ilk İslâm Devletin’nin başkenti oldu. Mescid-i Nebevî’nin nurlu halesinin aydınlığında sevgi-eşitlik-kardeşlik-dostluk-adalete dayalı İslâm Medeniyeti’nin temeli atıldı. İklimin uyuşturduğu insanlar, yeni inancın aşıladığı duygularla kabına sığmaz oldu. Günden güne elektrik akımı gibi Arap Yarımadası, Suriye, Irak, Anadolu ve İran’a yayılarak dönemin süper devletleri Bizans’ın bir kısmını, Sasanî Devleti’nin tümüne egemen oldu. Bir asır sonra Akdeniz-Sicilya-İspanya üzerinden yayıldığı Avrupa’nın skolastik düşüncesini sarsmaya başladı. Asırlar boyu hem Anadolu’daki Selçuklu, hem İspanya’daki Endülüs Medeniyetleri ile Avrupa’nın aydınlanmasını sağlayarak Rönesans’a temel oluşturdu.
Bu düşüncelerle İslâm Mucizesinin altın çağları arasında koştururken, otelimiz Grand Marmara’ya vardık. Altı gün boyunca kaldığımız otelde eksikler hemen Pakistanlı çalışanlar tarafından tamamlanıyor, yemekhane şefi Mustafa Cevher Hacı adaylarını memnun etmek için canla başla çalışıyordu. Mönü herkesi memnun edecek çeşitliliğe sahipti.
Kardeşim Kur’an Hocası Fatma Lütfiye Ayanoğlu ile paylaştığım odadaki pencereden Mescid-i Nebevi’yi görünce, yakın olmasına sevindim. Akşam namazı için gittiğimizde, belli bir aralık bırakılarak etrafının otellerle çevrildiğini gördüm. Oteller ferahlığına zerre gölge düşürmüyor, zarif minareleri ve Ravza’nın üstündeki yeşil kubbesi her yerden görülüyordu. Şemsiyelerdeki zârafet işlevinden çok çevresine değer katıyordu. Dikkatimi ilk çeken sokakların temizliğiydi. Pakistanlılar görevlerini katmerli duyguyla gerçekleştiriyordu.
Akşam namazını gül kokulu nem püskürtülerek serinletilen avluda huşû içinde kıldık. Namaz sonrası tesbih çekip, etrafı gözlemlerken buralara asırlardır gösterdiğimiz sevginin, 16.asır Cihan Sultanı Yavuz Selim’in kendini buraların hadimi/hizmetlisi olarak nitelemesindeki tevazu ve sevgiden kaynaklandığını; Kur’anı Kerim’deki kurtarıcı millet müjdesini, Türk-Arap ilişkilerinin med-cezirli halini, Türklerin İslâm Kültür ve Medeniyetine askerî, siyasî ve bilimdeki katkılarını düşündüm. Kurulan bütün Türk Devletleri’nin İlâyı Kelimetullah ve Nizam-ı Âlem uğruna, Peygamber sevgisiyle giriştikleri fetihleri ve temelindeki adalet kavramının asırdan asra günümüze dek aktarıldığını hatırladım. XI. asrın sonunda başlayan Haçlı Seferleri, onlar biterken XIII. asırda başlayan Moğol İstilâsını göğüsleyen Türkler olmasaydı, İslâmiyetin Arabistan çöllerine kadar nasıl gerileyeceğini, atalarımın bu konudaki maddî ve manevî kayıplarını esefle düşündüm.
Yavuz’un 1516 Mercidabık, 1517 Ridaniye Savaşları sonunda Suriye ve Mısır’ın Osmanlı yönetimine girmesiyle Kutsal topraklar(Hicaz) ve Hilâfetin de Osmanlılara geçmesindeki kader ve gizemi anladım.
Osmanlılar döneminde Medine ve Mekke’ye gönderilen sürre alaylarını, yapılan Ribatlar ve yardımları; imparatorluk ekonomik-siyasî kuşatma ve ihanetlerle cebelleşirken, II. Abdülhamit’in borçlanmadan öz kaynaklarla Rızay-ı İlâhi için 1903-1908 yılları arasında yaptırdığı Hicaz Demiryolu, dönemin büyük medeniyet projesi olarak nitelendirilirken, Medine’deki rayların keçelerle kapatılarak, Mescidi Nebevî’de sarsıntı yaratmamasındaki ince anlayış, saygı ve sevgiyi, Medine Osmanlı İstasyonu’nundaki estetiği gördükten sonra tüm benliğimde htim.
Her şeyiyle bizim htiğimiz Medine’nin elden çıkışı ise tam bir dramdı. I.Dünya Savaşı’da kazanılan zaferlere rağmen, İngilizlerin 5.Kol Faaliyetlerinde kullandıkları Lawrence, Gertrude Bell ve Yahudi Sara Aaranson’un çabaları ve çil çil altınlarıyla elde edilen Şerif Hüseyin ve oğulları Osmanlılar aleyhine dönerken, IV.Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın(gazeteci Hasan Cemal’in dedesi) gafleti ve aleyhte çalışan Arapları idam edeceğini ilân etmesinin savaşın gidişini değiştirmesine eseflendim. 19 Eylül 1918’de Allenby(Araplara göre El Nebi) yıldırım taktiği ile Nablus/Megiddo Savaşı’nda cepheyi çökertirken, VII.Kolordu komutanı Fahreddin Paşa’nın Hicaz, Yemen ve Asir’i koruyup teslim olmamasındaki manevî etkiyi, Hükûmetten gelen emir üzerine 1919’da ağlayarak, Medine’den derin acıyla ayrılmasına hak verdim.
Atalarımın Kutsal Topraklardaki serencamını düşünürken, oturduğum iskemlemin yanına çöken Arap bir kadın memleketimi sordu. Eşarbın örttüğü armayı açıp, “Türkiye” deyince gözleri doldu, elini “baş üstüne” anlamında başına götürdü, ardından elimi kavrayarak öptü. Iraklı olduğunu öğrendiğim kadının yaptığına hiç şaşırmadan, ona sarıldım. Çünkü yüz yıldır yaşadıklarını çok iyi biliyordum. Çevredeki Afrikalı kadınlar da ellerini sol göğüslerine götürüp, o çileli gözleriyle selam verdi. Aynı şekilde selâma mukabele ettim.
Yatsı namazını kıldıktan sonra, Mescidin içini inceledik. Yoğun kalabalık nedeniyle avluda bir süre dolaştıktan sonra, pırıl pırıl aydınlanmış insanlarla dolu sokaklardan geçip otele döndük. Biz uyurken yağan rahmet, “hoş geldiniz!” selâmı gibiydi.
Medine’de ilk sabah namazımız Cuma’ya rastladı. Bahçede her renk ve dilden insanlar huzur içinde saf tutarken, İslâm Dünyasının içine düştüğü kaosu hatırlayıp, gözümde süzülen yaşlar eşliğinde namaz dualarını okudum. Namazdan sonra Peygamber Efendimizle içsel hasbıhale başlayıp, Müslümanların her dönemde parçalandıklarını, birliği Türk Milletinin sağladığını, güçlü olduğu dönemlerde huzur ve adaletin yayıldığını, yine Türkiyemi ekonomik, sosyal, siyasal yönden güçlendirip, Müslüman Ümmete birlik şuurunu aşılamasını, sinsi düşmanların ve fesat komşuların tezgahlarının başlarına gelmesini diledim.
Her inananın Mescid-i Nebevî’ye adım atarken ulaşmak istediği ilk yer Peygamber Efendimizin mezarının bulunduğu Ravza-i Mutahhara’dır. İkinci denemede saatlerce sabırla bekleyip, yeşil kubbenin tam altına yaklaştığımız Ravza’ya bin salât ve selâmla girip, dualarımı yaptım. Hz.Peygambere yakın gömülen Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’e rahmet okurken gönlüm Hz.Ali’nin orada olmayışına yandı. Peygamber Efendimizin mimberine yaklaşırken, iri yarı Orta Afrikalı kadınların yeri titreterek yürüdüğünü görünce, orada iki rekat namaz kılamayacağımı anladım. Çaresizlik içinde mimbere bakarken iki melek gülümseyerek yaklaştı. Arkamdaki duvara ellerini dayayıp, diğer ellerini birleştirerek bedenleriyle beni sararak; “Hadi iki rekâtını kıl!” diyen iki melek, grubumda herkesin yardımına koşan, tekerlekli sandalyeleri iten İrşad Hocası Sultan Aşçı ve başka grupta olduğu halde cana yakın tavırlarıyla hep yardımımıza koşan, son anda Mardinli olduğunu öğrendiğim İrşad Hocası Ayşe Serra Kara’dan başkası değildi. İki rekatımı kılarak, onlara teşekkür edip geri geri yürüyerek yakarışla dışarı çıktım.
Peygamber Efendimizin Hicret’te ilk durağı Kuba Camii; Mescid-i Aksa yerine gönlündeki Hz.İbrahim’in yöneldiği Kâbe’yi kıble yapmasına dair vahyi aldığı Kıbleteyn Camii ve Uhut Şehitliğini ziyaret ettik. Camilerde iki rekat namaz kılarak o günleri yaşayanların ruhuna dua edip, ruhlarını şad ettik. Uhut Şehitliğinde Uhut Dağı ve karşısındaki okçular tepesine bakıp, bir Tarihçi olarak o günleri ordaymışçasına canlı bir şekilde düşündüm. 625 yılındaki zaferin, okçuların ganimet hırsıyla yerlerini terketmesiyle bir anda buruklaşmasını, Allah’ın aslanı Hz.Hamza başta olmak üzere 70 sahabinin şehit olması, Peygamberimizin yaralanmasıyla verdiği acının yanısıra, her askerin kulağına küpe ettiği ibretlik dersi kavradım; “Komutanın sözünden çıkılmamalı…”
İki yıl sonra 24 gün süren Hendek Savaşı anısına yaptırılan Hendek Camiinde iki rekat namaz kılarken, Peygamberimizin savaştan sonraki üç yıl içinde görüşmeler ve anlaşmalarla barış içinde 630 yılında Mekke’yi fethetmesini, oradan ayrıldıktan sonra on yıl içinde dinî görevini ifa ederken, İslâm Devleti’ni tüm engellemelere rağmen kurup, kendisine kucak açan Medine’yi merkez yaparak gönendirmesindeki vefaya hayran kaldım. İslâm Dininin düzeni, esasları ve ilk yazılı Anayasası olan 46 maddelik Medine Vesikası ile bir hukuk Devletine adım atışının önemini anladım. 632 yılında dört bir yandan gelen hacılara Veda Haccı Hutbesi’ni verirken; İnsan Hakları ve adalet ağırlıklı kadın-erkek ilişkisi, koruma, eşitlik, kardeşlik, emanetin korunması, zamanın değerlendirilmesi(takvim), borcun ödenmesi ve zinanın yasaklandığını dillendirerek; Müslümanların asırlar boyu öğretilerine uymasını öğütlemesine hayran kaldım.
Bakî Mezarlığında uyuyan şehitler, sahabiler ve peygamberimizin ailesine dua ederek, Medine’ye Veda namazlarımızı kıldık. Alışverişin çoğunu ensar nesli ile yaptık. 22 Ağustos 2017 sabahı saat 10’da bunaltıcı sıcakta Mekke’ye revan olurken, gönlümüze Mescid-ı Nebevî’nin o huzurlu, uyumlu, aydınlık havasının özlemi yerleşmişti bile…
Onbeş asır sonra yaşadığı yerde Habibe(Sevgiliye) komşu olmanın bilinciyle, asude bir iklimde yaşadık Medine’yi… Yine nasip olur inşallah.
|
|||
Etiketler: HAC, GÜNCESİ, –, 2, , /, , MEDİNE-İ, MÜNEVVERE, |