NESRİN AYKAÇ


KAN BAĞI, CAN BAĞI

Suphi Hacımustafaoğlu’nun öldüğünü duyduğumda çok üzüldüm.


KAN BAĞI, CAN BAĞI

 

 

Suphi Hacımustafaoğlu’nun öldüğünü duyduğumda çok üzüldüm. "Her ölüm erkendir." sözü çok doğru. 90 yaşını geçmesine rağmen Suphi amca yaşama sevinci dolu bir kişiydi. Her yaşın keyfinin, saltanatının farklı olduğunu anladım onu tanımakla.

Son yıllarda kendimde ve tanıdığım kişilerde ölüme karşı bir kabulleniş, bir duyarsızlaşma gözlemliyorum, ölüm sanki hayatın bir parçası gibi oldu, eski ağıtlar, ağlaşmalar, dövünmeler kalmadı artık. Ölüm sıklaştıkça sıradanlaştı sanki. Ölümlere üzülemez olduk, alıştık, kanıksadık varlığını.  

Kişisel duygularımız gibi toplumsal hafızamız da zayıfladı, çabuk unutur olduk ölenleri. Unutulanlar arasında Covid-19 salgın günlerini, gün be gün yayınlanan kayıp rakamlarını, dışarı çıkma yasaklarını, aşı çeşitleri, HSG kodları, maskeler ve daha neler neler sayabiliriz.

Unuttuklarımız için bir örnek de depremler ve depremlerde olanlar ve ölenler. Yaklaşık üç buçuk ay geçmesine rağmen konu kapandı gitti sanki. Neredeyse “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.” diyeceğiz. Bu duyarsızlaşma değil midir?

Neyse Suphi Hacımustafaoğlu’nun ölümüne döneyim. Onu bir iki yıl önce tanıdım. Ailenin en büyüğü idi ve sanki ailenin en yaşlı kişisi olması ona farklı bir duygu kazandırmış, herkesi bir araya getirme, sahiplenme görevi çıkarmıştı kendisine. Çok babacan çok geçimli biriydi. Genelde insanlar yaşlandıkça huysuzlaşır, şikâyet eder, bir türlü memnun olmaz ama o öyle biri değildi. Suphi amca sabırlıydı, inançlıydı, tefekkür ve tevekkül içinde yaşıyordu. Onu yeni tanımama rağmen benimle çocuklarından biriymişim gibi konuşması hoşuma gidiyordu.

Suphi Amca ile sohbetler onun anlatması benim de sadece onaylamam ile geçerdi. Bir şeyler hatırlamam aynı beklenmedik bir anda Arapça bir cümle söylemem gibi karşımdakini şaşırtıyordu. Elimizde olmadan bazı olaylar, kişiler silinip gidiyor hafızalarımızdan. Suphi amcanın hafızası yerindeydi. Bazen söylediği küçük bir ayrıntı karşısında hayrete düşüyordum.

Bu yazıya başlarken onunla nasıl tanıştığımızı zor hatırladım. Bir gün kızı, kuzenim Emine Hacımustafaoğlu sohbetimiz sırasında "Babam seninle görüşmek istiyor." dedi.  Telefon numarasını verdi ve ben Suphi amcayı aradım. İlk görüşme sıradan bir telefon sohbetiydi. Daha sonra görüntülü sohbetlerimiz başladı.

Suphi amca tam bir centilmendi, çok güzel konuşan, çok pozitif düşünen biriydi. Viranşehir'de uzun yıllar terzilik yapmış. Terziliğin ince dikkat gerektiren özelliğini sanki hayatında da ilke olarak uyguluyordu. İltifat eder, annemi ve babamı uzun uzun anlatır sonra onların çok özel kişiler olduğunu söylerdi. Hiç unutmadığım kalıplaşmış bir cümlesini "Mardin'de böyle insan görülmedi." dediği an beni bir gülme tutardı ama belli etmezdim.


Hiç unutmuyorum bir keresinde "Nedir bu saçların böyle bembeyaz?" demişti ve ben dayanamamış, çok gülmüştüm. Aslında içinden gelen titizliği, şık ve bakımlı olmayı sevdiğini anlıyordum. Neyse ki Türkmen bakıcısı ona iyi bakıyordu. Her zaman şıktı.

Son aradığımda beni hatırlamadı. Bütün hatırlatma gayretlerime rağmen hatırlamadı. Neyse o sırada aklıma gelen yanında kimin olduğunu sormak oldu. Kuzenim Cesur Durdu yanındaydı. Cesur ona Arapça kim olduğumu lakap kullanarak söyleyince hatırladı. "Neden beni aramıyorsun?" dedi bu kez. "İşte aradım ya!" dedim. Yine sohbete kaldığımız yerden devam ettik ama artık ayrılık zamanının yaklaştığını anlamıştım. Nitekim son görüşmemiz oldu.

Bir sabah ölüm haberini okuduğumda hiç görmediğim bu akrabam için üzüldüğüme şaştım. Ölüm de doğum gibi doğal karşılanmalı diyen ben hüzünlenmiştim. Kendi kendime iyi ki onu aramışım, iyi ki sohbet etmişim diye düşündüm. Anneme babama verdiğim iyi insan olma sözümde durmuştum kendimce. Bana hiç ihtiyacı olmadığı, benim de kendimi hiç mecbur hissetmediğim halde onu yaşlılığında çocukları gibi ben de arayıp sormuştum. Akrabalık bağını bir kez daha hissetmiştim.

On çocuk babası Suphi Hacımustafaoğlu güzel yaşadı. Güzel anılar bıraktı. Bu yazıyı onun okumasını isterdim. Nur içinde yatsın.

 

 

 

NESRİN AYKAÇ/İZMİR