İpek Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Senem Yıldırım, Tarsus’ta vahşice öldürülen 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan cinayeti hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Kadın hakları konusunda araştırmalarda bulunan Yrd. Doç. Dr. Yıldırım’ın, Özgecan cinayeti konusunda sorulara verdiği yanıtlar şöyle;
Öncelikle Özgecan cinayetiyle ilgili genel değerlendirmelerinizi kısaca alabilir miyiz?
Özgecan Aslan cinayeti, toplumun her bireyi için vicdanıyla, toplumsal düzen ve yapıyla en önemlisi ise gündelik yaşam pratikleriyle tekrar tekrar yüzleştiği ve kendi deneyimlerini sorguladığı travmatik bir olay. Bu ülkede her gün yaşanan şiddetin, bireye karşı şiddetin, özellikle de kadına karşı şiddetin yüzümüze tekrar bir tokat gibi vurulduğu bir olay. Bu noktada tekrar yüzleşme ve sorgulama dememin sebebi bu olayı duyan her kadın gündelik yaşam pratiklerinde defalarca yaşadığı ve kaynağını erkek egemen toplum düzenine dayandırabileceğimiz kaygıları, korkuları, acıları bir kez daha anımsadı. Bu da aslında toplumsal bir travma demek. Sosyal medyada veya günlük iletişim pratiklerinizde de farketmişsinizdir ki birçok kadın kendisinin de nesnesi konumuna sokulduğu birçok şiddet olayını bu olayla birlikte diğer insanlarla paylaştı. Özgecan da bu deneyimleri yaşayan kadınların acısı oldu; belki de bu deneyimleri onlara yaşatanların yüreklerine de bir çentik attı. Olayın kendisine baktığımızda da birçok boyutu bir arada taşıdığınızı görüyoruz. Bu vahşetin hem toplumsal, hem psikiyatrik, hem hukuksal hem de siyasi boyutu var. Bu alanlar da uzman kişiler kendi bilgi birikimleri çerçevesinde zaten analizlerde bulunuyorlar. Bu noktada yapmamız gereken bütün bu boyutları göz önünde bulundurmak.
Benzer hadiselere son dönemde sıkça rastlamaya başladık, bunun sebebini neye bağlıyorsunuz?
Aslında son dönemde sıkça rastlamamızın sebebi daha görünür ve daha duyulur hale gelmesi. Şiddet toplumsal yaşamızın bir parçası. Daha önce de dediğim gibi gündelik yaşam pratiklerimizin bir parçası. Özgecan’ın öldürülmesi, vahşice katledilmesi, bu olguyu üstelik bizi rahatsız ederek tekrar gündemizize getirdi. Akıl almaz bu vahşet olayı karşısında ne yapacağımızı bilemedik, donakaldık belki de ilk duyduğumuzda. Sonra da herkes kendi yaşantısını gözden geçirdi. Bu da ayrı bir dehşet duymamıza sebep oldu çünkü şiddet hepimizin yaşamının büyük çoğunluğunda orada. Fiziksel şiddetin yanına sözlü ve psikolojik şiddetten de bahsediyorum. Televizyonu açtığınızda, sosyal medyayı takip ettiğinizde hatta sokakta yürürken hergün hepimiz kadınlar ve erkekler olarak şiddette maruz kalıyoruz. Bu noktada erkek egemen toplumun değer yargıları ve algılanış biçimi kadını dezavantajlı grup olarak tanımlayıp konumlandırdığından kadın şiddettin nesnesi olmaktan kaçamıyor. Günümüzde ise bahsettiğim televizyon, internet gibi kaynakların hızlı bilgi aktarımı özellikleri sebebiyle de bu olaylardan daha çok haberdar olup durumun vahimliğinin ayırdına varıyoruz ve farkındalığımız da bizi dehşete düşürüyor.
Toplumda artan şiddet olaylarının sizce sebebi nedir, bu konuda neler yapılmalı?
Şiddet olaylarındaki artış aslında şiddetin toplumsal olarak “normal” görülmesi veya görülmeye başlanması diyelim, ile yakından ilgili. Her gün maruz kaldığınız şiddeti yok sayarsanız ve yokmuş gibi davranırsanız durumun normalleştirilmesine de katkıda bulunursunuz. Bu noktada toplumsallaşmanın kurum ve araçları büyük önem kazanıyor. Nedir bu kurumlar: aile, okul, arkadaş çevresi, medya vb. Şu noktada belki de kulağınıza çok klişe gelecek bir cümleyle başlamak gerek: “Eğitim şart!” Evet eğitim şart. Ailede başlıyor ve çocuğun birey olma sürecinde okul ve iş ortamlarında devam ediyor. Daha çocuk yaştaki bireyi sürekli şiddete maruz bırakırsanız; yani ona şiddet uygularsanız, şiddet uyguladığında bunun yanlış olduğunun ayrıdına varması sağlamazsanız, şiddetin uygulanma sürecinde onu seyirci bırakırsanız toplum sağlıklı bir biçimde gelişimini sürdüremez. Bu nokta daha önce de belirttiğim gibi şiddet sadece fiziksel şiddetle sınırlı değil. Küfür de şiddet. İstenmeyen fiziksel temas da. Bireye psikolojik baskı yapmak da. Bunların normalleştirme süreçlerine karşı durmamız gerekiyor. Herhangi bir kanalla aktarılan “belirli grupların şiddeti hakettikleri”, “onlara şiddet uygulamanın doğal ve normal olduğu” algılarının önüne geçilmesi gerekiyor. Bu noktada da saldırganlık ve şiddeti yok saymamak ve ne olduğunu, sonuçlarını açıkça tartışmak gerekiyor.
Kadınlara yönelik şiddet olaylarının artmasını neye bağlıyorsunuz, bu konuda neler yapılmalı?
Bahsettiğim şiddet uygulamanın uygun görüldüğü dezavantajlı grupların en büyüklerinden biri de kadınlar. Bunun toplumsal, tarihsel, kültürel bir çok sebebi ve boyutu var. Farklı kültürlerde farklı boyutlarda yaşansa da aynı zamanda evrensel bir durum. Ve yeni bir durum değil. Dediğim gibi sadece görünürlüğü, konuşurluğu arttığı için daha çokmuş gibi algılıyoruz. Rakamlara bakıyoruz, istatistiksel verilere bakıyoruz ve dehşete düşüyoruz. Örneğin 2014 yılında kayda geçen kadın cinayetleri sayısı 294. Bu kadınların çoğu da ayrıldıkları eşleri tarafından katlediliyor. Öncelikle toplum olarak bu durumu bir sorun olarak algılamamız gerekiyor. Sadece kırsal kesimin, belli bölgelerin sorunu değil. Şehir hayatının ve bütün ülkenin sorunu aynı zamanda. Kadınların bu konularda, hak talep etme ve örgütlenme konularından bahsediyorum, girişimlerine şüphe ile, kaygı ile bakılmamalı. Bazı şeyleri toplum olarak aşmaya başlamamızın zamanı geldi de geçiyor. Kadınların mücadelesi sadece bir kadın meselesi olarak da algılanmamalı. Erkeklerin bu mücadelede kadınların yanında yer alması gerekiyor. Ama lütfeden, uygun bulan, izin veren konumunda değil. Eşit aktörler olarak destek vermeleri gerekiyor. Kadın sorunları erkekler tarafından, onların tahakkümünde tartışıldığında ne gibi bir komedinin ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz. O sebeple hukuksal ve siyasal düzenlemeler yapılmalı; bu düzenlemenin de toplumsal olarak sindirilmesi için eğitim sisteminin desteği gerekmektedir. Bildiğiniz gibi 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun geçtiğimiz yıllarda yürürlüğe girdi. Hukuksal düzenlemeler uygulama ile işlerlik kazandığı takdirde bir şey ifade eder. Eğer bu tür suçlarda kadının görünüşüne, mesleğine vb. atıflarda bulunup bunlara da hafifletici sebep derseniz, bu davranışları toplumsal olarak “uygun” ve “normal” hale getirirsiniz.
Siyasilerinde demeçleriyle konu bir anda katile verilecek cezanın boyutları tartışmasına dönüştü, ancak caydırıcı cezalardan önce suç ortamının oluşmasının önüne de geçilmesi gerekmiyor mu?Meselenin tabi ki siyasi bir boyutu da var. Daha önce de söyledim bu çok katmanlı bir mesele. Bu noktada siyaset derken genelde toplumun kafasında olan bir siyaset tanımı var. Bu da bir sürü olumsuz çağrışımlarla yüklü; uzak durulması gereken bir şeymiş gibi bakılıyor. Siyaseti nasıl tanımladığımız önemli. Siyaset ilişkisel bir şeydir. Bireysel düzeyde ve grup düzeyinde iktidar ilişkilerinden doğar. Bu tanıma göre de toplumsal olan şey siyasidir. Yani erkek egemen toplum yapısında kurulan iktidar ilişkileri siyasidir. Kadın meselesi siyasidir. Bu noktada da sorunların tanımlanmasında ve çözümünde hem söylem düzeyinde hem de pratikte belirli politikaların, dile getirilmesi, oluşturulması ve uygulanması gerekmektedir. Sizin de dediğiniz gibi öncelikle şuç ortamının önüne geçilmesi başlıca kaygımız olmalı. Bunun için de belirttiğim hukuksal düzenlemelere, ayrıca siyaset yapma sürecinde ve toplumsal ilişkilerde de eşitliğe ihtiyacımız var.
ARTUKLU HABER AJANSI-ANKARA