ARMAĞAN ÇAĞLAYAN SORDU DENİZ SEKİ YANITLADI!

2014?te girdiği Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi?nden 5 Haziran?da tahliye olan Deniz Seki, özgürlüğe kavuşmasından 1 hafta sonra içini Armağan Çağlayan?a döktü.

Magazin 15.06.2017 12:01:27 0
ARMAĞAN ÇAĞLAYAN SORDU DENİZ SEKİ YANITLADI!

2014’te girdiği Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nden 5 Haziran’da tahliye olan Deniz Seki, özgürlüğe kavuşmasından 1 hafta sonra içini Armağan Çağlayan’a döktü.  Sevdikleriyle hasret giderdikten sonra menajeri ünlü iletişimci Özgür Aras’ın özel organizasyonuyla geçtiğimiz gün Armağan Çağlayan’la bir araya gelen Deniz Seki, hakkında merak edilen her şeyi tüm samimiyetiyle Armağan Çağlayan’a anlattı.

 

İŞTE ARAMAĞAN ÇAĞLAYANDAN  YILIN RÖPORTAJI

 

Armağan Çağlayan: Deniz Hanım hoş geldiniz.

 

Deniz Seki: Hoş bulduk.

 

Armağan Çağlayan: Aslında aramıza hoş geldiniz.

 

Deniz Seki: Hoş buldum.

 

Armağan Çağlayan: İyi misiniz?

 

Deniz Seki: Ne yerdeyim ne gökte. Çok değişik bir ruh halindeyim ama iyiyim. Daha da iyi olacağım.

 

Armağan Çağlayan: Bir garip seherdeyim.

 

Deniz Seki: Bir garip seherdeyim.

 

Armağan Çağlayan: Nasıl tarif ediyorsunuz? İki gün nasıl geçti?

 

Deniz Seki: Alice Harikalar Diyarı’nda gibiydim. Çok mutluyum ama bir tarafımda yine bir burukluk var. Geride kalan arkadaşlarımı ister istemez düşünüyorum. Çünkü orada bir aile oluyorsun. Onlara da tez vakitte özgürlük diliyorum. Bir tarafım çok mutlu. Sevdiklerime kavuştum, sevenlerime kavuştum. Zaten onların sevgisiyle ayakta durdum dimdik. Çok güzel yani… Yavaş yavaş hayata alışmaya çalışıyorum.

 

Armağan Çağlayan: Zor mu Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: Çok zor…

 

Armağan Çağlayan: Şunu soruyorum… 2.5 yıldır…

 

Deniz Seki: 2.5 yıl, önce de bir 8 ay. 3 yıl 2ay.

 

Armağan Çağlayan: Ama son girişiniz 2.5 yıl?

 

Deniz Seki: 2.5 yıl, 6 ay da firari dönem var. O dönem çok zordu. Ondan önce de bir 8 ay biliyorsun. 2009 yılında bir ilk tutuklamam var. Yani ömrümden giden, aslında baktığın zaman, 2009’dan bu yana koca bir 8 yıl var.

 

Armağan Çağlayan: Çok zaman…

 

Deniz Seki: Çok zaman, çok zaman…

 

Armağan Çağlayan: Yani, alışmak mesela zor mu? İnsan ilk çıktığında…

 

Deniz Seki: Eee…

 

Armağan Çağlayan: Çünkü orada bir sürü şeyden mahrumsunuz aslında.

 

Deniz Seki: Aynen öyle. Ama şey… Özgür Aras’la çalışıyorum biliyorsun, menajerim Özgür. O kadar güzel bir program hazırlamış ki bana, iş takvimi… Hiç yabancılık çekmeden, yadırgamadan, hemen hayatın içine girdim. Hemen şarkılarımı söylemek üzere stüdyolar alındı. İşte röportajlar, basın toplantısı vs. Bu aslında bir yandan, benim için çok ürkütücüydü ama bir yandan da doğru bir şey. Çünkü… Hani küçük bebeği deniz atarsın ve yüzme bilmeyen bebek bir anda dünyanın en iyi yüzücüsü olur ya onun gibi bir şey. Yüzme biliyordum ama suyu unuttum belki de bir süre. Şimdi yeniden yüzmeyi bildiği hatırladım.

 

Armağan Çağlayan: Ben cezaevine geldiğimde bana demiştiniz ki: “Artık sanki sahneye çıkamayacağım gibi geliyor.”

 

Deniz Seki: Evet.

 

Armağan Çağlayan: Hâlâ öyle bir duyguda mısınız?

 

Deniz Seki: Yok değilim. Şimdi öyle değilim. Bir an önce şarkılarımla seyircime kavuşmak istiyorum. Bir an önce… Çok özledim şarkı söylemeyi. Ordayken hep müzik programlarını dinlemeye çalıştım, seyretmeye çalıştım. Dizilerin müziklerine kulak verdim. Müzikle kafayı bozmuştum. Haftanın 4 günü bulunduğum kurumda müzik yapma imkânım vardı. Yani, şarkılarımı üretebilme imkânım vardı. Oraya ait kütüphanesinde bir şey vardı. Engelliler için bir okuma odası yapmışlardı. Biz de bakanlıktan izin istedik, yazıştık vs. Orada bana haftada 4 gün müsaade ettiler, şarkılarımı kaydedebilmem adına öyle bir ortam sağladılar. Çok teşekkür ediyorum. Benim için müthiş bir nefes oldu o. Orada şarkılarımı yazıyordum. Öyle işte… Geldim.

 

Armağan Çağlayan: Ama orada başka kurslara da gittiniz. Ben bir gün geldiğimde aşçılık kursuna gidiyordunuz.

 

Deniz Seki: Evet, aşçılık kursuna gittim, ondan sonracığıma gitar kursuna gittim. Leyla Bilen hocamdan reiki aldım. Oraya seminere gelmişti. Yaptım, bir sürü bir şeyler yaptım yani. Boş durmadım.

 

Armağan Çağlayan: Zaten orada boş vakit de geçmez herhalde.

 

Deniz Seki: İşte, hani derler ya: “Mahpus yata yata biter.” Yok yata yata bitmiyor. Bir şeyler yapman gerekiyor yani. Özgürlük gibisi yok ya…

 

Armağan Çağlayan: Olmaz mı ya?

 

Deniz Seki: Özgürlük gibisi yok. Özgürlüğün ne demek olduğunu anlıyorsun. Normal hayatın içinde, elinin altında her şey varken anlamıyorsun. Elindekinin kıymetini anlamıyorsun. Orada mesela, küçücük bir şey seni o kadar mutlu ediyor ki… Kocaman dertlere dağ gibi duruyorsun. Burada, elinin altında her şey var ama sen hiçbir şeyden memnun değilsin ve küçücük şeyi kendine dert ediyorsun. Yani, tam tersi ruh halleri. Bu da insanı, şükretmemiz gereken çok şey olduğuyla yüzleştiriyor. Bir yandan da aslında seni bir silkeliyor. Şöyle bir kendine gel diyor yani.

 

Armağan Çağlayan: Islah ediyor.

 

Deniz Seki: Islah ediyor, ıslah ediyor. Olman gerekiyorsa tabi, ıslah olman gerekiyorsa ıslah ediyor.

 

Armağan Çağlayan: Doğru. Çok tartışılan şeyler oldu siz tutuklandıktan sonra. Mesela, ben sizin tahliye olduğunuz gün güvercin uçuran fotoğrafınızı sosyal medyaya koydum. “Hoş geldin Deniz Seki” yazdım. Ve altına inanılmaz yorumlar geldi.

 

Deniz Seki: Ben uzaktan duydum, bazı yazılan olumsuz şeyleri de… Ama çok güzel şeyler de yazdılar.

 

Armağan Çağlayan: Çok…

 

Deniz Seki: Güzel yazanlarla ilgileniyorum. Hani negatif olan hiçbir şeyi hayatımda istemiyorum. Ne duymak istiyorum ne de cevap vermek istiyorum. Artık hayatımda beni mutsuzlaştıracak, enerjimi aşağıya çekecek hiçbir şey istemiyorum. O yazan arkadaşlar, belli ki mutsuz arkadaşlar. Ne bileyim, işi gücü olmayan insanlar. Allah bir gün, belli mi olur, dünyanın bin bir türlü hali var. Bir sokağa çıkıyorsun, karşıdan karşıya geçerken Allah korusun trafik kazası yapıyorsun. Bir bakıyorsun, pat diye oradasın. Oraya girmek herkesin başına gelebilecek bir durum. Hepimizin başına gelebilecek bir durum. Çok insani bir durum. O yüzden öyle oturduğun yerden, klavye kahramanlığı falan, bunlar boş işler. Yazanların da canı sağ olsun. Bir gün yazmamaları gerektiğini öğrenirler, özür dilemek zorunda kalırlar. Benden değil ama yüce Rabbim ’den. Çünkü, hayat bu kadar olumsuz ve negatif düşünen insanları bir yerde mutlaka bir şey yapıyordur yani. Bir silkeliyordur diye düşünüyorum ya da kendi kendine mutsuzluktan yoruluyordur diye düşünüyorum. Çok uzun bir cevap verdim.

 

Armağan Çağlayan: Yok ama güzeldi.

 

Deniz Seki: O yüzden hiç ilgilenmiyorum yani. Onlar yazsın dursunlar. Mutsuz insanlar onlar. Allah bir an önce onlara mutluluk versin. Gönüllerine hidayet versin.

 

Armağan Çağlayan: Bir de tabi ikimizin beraberken yaşadığı Bayhan olayı var. Bu iş dönüyor dolaşıyor, oraya geliyor niyeyse…

 

Deniz Seki: Biz Bayhan’la helalleştik. Bayhan’la bizim aramızda hiçbir husumet olmadı. Hiçbir problem olmadı. O olay çok yanlış anlaşıldı. Ben Bayhan’ı hiçbir zaman eleştirmedim yaşadığı trajediden dolayı. Haşa, ben kimim onu eleştireceğim. Öyle şey olur mu? Biz onunla helalleştik, kapattık o konuyu. Yani biz, artık bu konular zaman aşımına uğradı. Çocukcağıza da gidip soruyorlar gidip bu olayı, o da ne diyeceğini şaşırıyor. Açıklama, bir savunma yapmak zorunda kalıyor insan. Bence gerek yok. Zaman aşımına uğradı. Biz helalleştik. Hani ortada, ikimizden birini rahatsız edecek bir durum söz konusu değil. Hepimizin yolu ayrı. O gün orada benim tepkim onun yaşamış olduğu trajedi değildi, onu eleştirmek değildi, onu hor görmek değildi. Hayatım boyunca kibirli bir insan olmadım. En sevmediğim şey kibirli olmak ve kibirli insana tahammülüm yok. Hiç sevmiyorum şu duruşu. Biz kimiz ki ya? Yani, biz hepimiz bütünün zerresiyiz. O yüzden.

 

Armağan Çağlayan: Parmağınıza ne olduğunu ben de çok merak ettim. Çıkarken fotoğrafta ilk gördüğüm şey, “Deniz Hanım parmağını bir yere sıkıştırmış” oldu.

 

Deniz Seki: Evet evet, Esin’ciğim de sordu. Orada her yer demir kapı biliyorsun ve kapılar çok ağır. Kapıya sıkıştı. Çok acıdı canım. Ama şimdi acımıyor, düşmüyor da tırnak. Böyle bir iz kaldı yani.

 

Armağan Çağlayan: Geçecek de…

 

Deniz Seki: Bilmem, geçecek herhalde.

 

Armağan Çağlayan: Geçer geçer…

 

Deniz Seki: Uzadıkça geçer falan, diyorlar ama pek geçmeye niyeti yok gibi. Olsun, nazar boncuğum olsun o da benim.

 

Armağan Çağlayan: Bu 3 yıl çok bir zaman. Bizim için bile, dışarıdan yaşarken, çok uzun bir zaman. Sizin yaşadığınız şeyde, herhalde bizimkini 2’yle çarpmak lazım. Bize 3 yıl gelen şey, herhalde içeride özgürlüğü alınmış birine 6-7 yıl değil mi?

 

Deniz Seki: Aynen öyle.

 

Armağan Çağlayan: En kötü htiğiniz an neydi Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: Anneciğim, çok büyük 3 tane ameliyat geçirdi. 2 beyin ameliyatı, bir de diz kapakları değişti. Öyle önemli bir günde yanında olamamak çok acıttı canımı. Çok çok acıttı. Ne kadar iyi olduğu haberleri bana gelse de, avukatım aracılığıyla, işte görüş günlerinde kardeşlerim aracılığıyla. Göremedim ya, ikna olamadım yani.

 

Armağan Çağlayan: Benden bir şey mi saklıyorlar?

 

Deniz Seki: Geceler boyu çok uykusuz kaldığım ve çok sıkıntısını çektiğim zamanlar oldu. Bir de kardeşimin çocuğu olduğu zaman, Mert-İrfan Mert doğduğu zaman, hamileliğine şahit oldum gelinimizin, avukat kendisi. Onunla görüşebiliyordum. Ama doğum esnasında yanlarında olamadım. Ailemizin ilk torunu İrfan Mert. Çok hüzünlüydü. 29 Ekim’de doğmuştu, 2015. Onunla doğum fotoğraflarını getirdiğinde, benim koğuşa girdiğim andaki feryatlarım hâlâ yüreğimi sızlatıyor. Tabii ki de annemle ilgili kısımda. Geldi geçti ama. Geldi geçti, her şey yolunda çok şükür.

 

Armağan Çağlayan: Bir de firari dönem var. O 6 ay sürdü galiba değil mi?

 

Deniz Seki: 6 ay.

 

Armağan Çağlayan: Tabi şeyi çok anlıyorum, ben de avukat olduğum için… İnsanın daha önce bir deneyimi olunca bir daha eyvah, acayip bir panik oluyor.

 

Deniz Seki: Aynen öyle yoksa oradan kaçmak değil konu. Oraya bir daha geri dönmek istememek aslında. Polisten kaçmak değil. Bana böyle bir işlemediğim bir suçu layık gördüler, bu cezayı. Ben de gittim ve cezamı yattım. Ama insanın gücüne gidiyor ve bilerek bir daha gitmek istemiyor. Bilmeden gittiğin zaman başka ama bilerek gitmek kâbus. Atlattım çok şükür.

 

Armağan Çağlayan: Çok başka.

 

Deniz Seki: Atlattım çok şükür.

 

Armağan Çağlayan: Deniz Hanım o 6 ay daha kötü değil miydi gerginlik olarak? Eyvah, yakalanırsam…

 

Deniz Seki: Çok zordu ya, çok saçma bir dönemdi, olağanüstü saçma bir dönemdi. Çok zor bir dönemdi. Yani, orada daha özgür oldum. Öyle söyleyeyim size.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi?

 

Deniz Seki: Tabi. Hani firari dönemde hayatım çok daha kısıtlıydı. Avukatınla görüşemiyorsun, ailenle görüşemiyorsun, telefon kullanamıyorsun. Çok kâbus bir dönemdi. Hatırlayınca bile fenalık geliyor içime. Geçti gitti. Şöyle geriye dönüp baktığımda “Vay be” diyorum. Yani, “Nasıl oldu bütün bunlar” ve ben teşekkür ediyorum Allah’a. Bunun sabrında bana çok yardımcı olduğu için. “Sabır” kelimesinin ne demek olduğunu o kadar iyi biliyorum ki. Ve en yakın arkadaşın oluyor “sabır” kelimesi.

 

Armağan Çağlayan: 152 gün. Çok zaman.

 

Deniz Seki: Çok zaman. Say say bitmiyor.

 

Armağan Çağlayan: Değil m? Ay… Artık bir fobi mi mesela sizde?

 

Deniz Seki: Yo… Hiçbir şey fobi değil. Hiçbir şey, yani şöyle söyleyeyim sana Armağan’cığım. Hayatta her şey, herkesin başına gelebilir. Ben artık kabullenişe geçtim. Hayatta hepimizin başına her an her şey gelebilir. Önemli olan senin kalbinin temizliği, kalbini karartmaman. Bulunduğun cennet gibi ortamı cehenneme de çevirebilirsin, cehennem gibi bir ortamda kendine cennet de yaratabilirsin. Bu senin tamamıyla iç dünyanla alâkalı. Ben kalbimi karartmayanlardanım. O yüzden zaten dimdik ayakta durabildim.

 

Armağan Çağlayan: Siz aşk kadınısınız değil mi? Kendinizi de öyle tanımlıyorsunuz? Aşk kadını olarak kendinizi tanımlarken, bir yandan da kendinizi aşk mağduru gibi tanımlıyor musunuz?

 

Deniz Seki: Çok aşk demek istemiyorum ben aslında ona. Bir kaza diyelim.

 

Armağan Çağlayan: Yol kazası.

 

Deniz Seki: Yol kazası, evet.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi, eğer hayat bir yolsa…

 

Deniz Seki: Kazaydı geçti. Yoğun bakımdaydım çıktım, diyelim.

 

Armağan Çağlayan: Şimdi, çok da sevdiğiniz birisi var.

 

Deniz Seki: Evet.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi?

 

Deniz Seki: Kıymetlim.

 

Armağan Çağlayan: Çok kıymetliniz. 3 yıl boyunca sizi hiç bırakmadı?

 

Deniz Seki: Evet. Hiç, bir gün bile elimi bırakmadı. Ben içerideydim, o da dışarıda içerideydi yani. Ben özgür değildim. Onun da nefes alamadığını biliyorum.

 

Armağan Çağlayan: Çıkmanıza çok yakın çok büyük büyük haberler çıktı. Hatta benim aklıma şey geldi: “Eyvah Deniz Hanım bunları seyrediyorsa şimdi içeride, son derece de üzülüyordur” dedim.

 

Deniz Seki: İnanmadım ki. Yani o kadar iyi tanıyorum ki onu, inanmadım yani hiç ikna olmadım. Çok yersiz geldi bana yazılan çizilen şeyler. Zaten inanmadığımı sonucunda gördünüz. Hani, yok öyle bir şey. Her şey yolunda.

 

Armağan Çağlayan: Canınız çok acımıyor mu üzerinizden bu kadar şey üretildiğinde? Mesela siz hükümlüsünüz. Ve üzerinizden hâlâ bir sürü şey üretiliyor. İşte; sevgilisinin başka sevgilisi var, nişanlısının bilmem nesi var, artık ayrılmışlar. Bir yandan da can da acıtan bir şey.

 

Deniz Seki: Bugün basın toplantım vardı. Özellikle bütün arkadaşlarımdan şunu rica ettim. Bakın dedim, benimle ilgili, fiziğimle ilgili eleştiride bulunabilirsiniz, beni yorgun bulabilirsiniz, güzel yazabilirsiniz, çirkin yazabilirsiniz, kilo almış yazabilirsiniz, kilo vermiş yazabilirsiniz ama ne olursunuz benim artık canımı yakmayın dedim ya… Çok canım yandı ve ben çok ağır bedeller ödedim. Gerçekten çok ağır bedeller ödedim. Bu kadar büyük bedeller ödeyecek bir kabahat işlemedim ben. Ama çok fazla bedel ödedim. Artık negatif şeyleri duymaya tahammülüm yok. Çünkü yaralı içim üzülüyor. Artık kırılmak istemiyorum. Kırılacak dalım yok yani, kalmadı.

 

Armağan Çağlayan: Budadılar. Mesela hakkınızda bir şey yazılıyor, içerideyken okuyor muydunuz?

 

Deniz Seki: Şimdi haftalık gazeteler alıyordum. Haftalık takip ettiğim gazeteler. İşte onun da bir şeyi var. 20 tane alamıyorsun tabi. Çünkü haftalık bir harcama limitin var ya 300 tl gibi. Benim de aldığım belli gazeteler vardı. Gazeteleri takip ediyordum. Belli kanalları seyrediyordum. Ama bir şekilde bana dışarıdan görüş günleri, sağ olsun ailem, menajerim, avukatım gerekli haberleri getiriyorlardı. Ben de mutlu oluyordum. Çünkü çok büyük bir sevgi seliyle karşı karşıya kaldım. Bu kadar çok sevildiğimi bilmiyordum biliyor musun? Gerçekten bilmiyordum. Bu beni çok mutlu etti. Mesela şimdi 2 gündür, böyle yürürken işte bulunduğum yerde, etrafımda insanlar oluyor. Tanımadığım insanlar, cici cici insanlar, genci yaşlısı, 7’den 70’e “Hoş geldin” deyip ayağa kalkıyorlar. Böyle ellerini açıp kucaklıyorlar beni. O kadar kıymetli bir şey ki bu.

 

Armağan Çağlayan: Çok…

 

Deniz Seki: O kadar kıymetli. “Hoş geldin” diyor. Ben tabi dayanamıyorum yani. O anda “Hoş buldum” deyip ailemden biriymiş gibi sarılıp göğüslerine basıyorlar beni. Bu çok kıymetli. Bu benim için çok çok kıymetli. O zaman dönüp baktığım zaman “Bunları yaşamışım yaşamam gerekiyormuş. Bak bu bana buna vesile oldu” deyip yine elimi açıp şükrediyorum. Yani çok çok çok güzel duygular yaşıyorum. Aslında çok kıymetli duygular yaşıyorum.

 

Armağan Çağlayan: Bir yandan da dava sürecinizle ilgili aslında, mesela ben avukat olarak baktığımda sizi özel yetkili mahkemeler yargılıyor.

 

Deniz Seki: Evet, kapandı.

 

Armağan Çağlayan: Ve özel yetkili mahkemeler kapandı. Özel yetkili mahkemeler kapanınca da aslında özel yetkili mahkemelerin sizin gibi yargıladığı insanlar bırakıldı. Bir tek sizi bırakmadılar.

 

Deniz Seki: Evet, bana bir iade-i itibar borcu olduğunu düşünüyorum yargının. Yine de yargıya sonsuz güveniyorum. Ve bu sorunu devlet büyüklerimizin, yargının ve savcıların çözeceğini düşünüyorum. Gün gelecek bir gün doğru çıkacak ortaya. Çünkü ben işlemediğim bir suçtan dolayı bu cezayı aldım. Beni yargılayan mahkemeler kapandı. Ben hâlâ daha yargılandım. Bitmedi yani.

 

Armağan Çağlayan: Üstelik sizi yargılayan mahkemelerin yargıladığı insanlar serbest bırakıldı. Çünkü özel yetkili mahkemeler lağvedildi. Ama mesela sizi bırakmadılar.

 

Deniz Seki: Evet.

 

Armağan Çağlayan: Niye?

 

Deniz Seki: Bilmiyorum. Ben de bilmiyorum. Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Ve ben bunun için çok fazla avukatımla birlikte başvurularımız oldu. Biz yeniden yargılanmak istiyoruz. “Çünkü bakın bu böyle değil, doğrusu şu” diyebilmemiz için biz yeniden yargılanıp kendimizi ifade etmek istiyoruz diye defalarca başvuruda bulunduk. Yine bir başvurumuz var. Cevap bekliyoruz Adalet Bakanlığı’ndan. Bir gün suçsuz olduğumun altını çizip beraat edeceğim günün geleceğini ümit ediyorum. Daha doğrusu ümit etmiyorum, öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Ve bunun için sabrediyorum ve sabredeceğim. Çünkü gerçekten çok haksız yere yattım bu yıllarımı. Heba oldu.

 

Armağan Çağlayan: Üstelik sizi yargılayan hem hâkimler hem savcılar, şu anda ya tutuklu ya kaçaklar.

 

Deniz Seki: Bu da çok şaibeli bir durum. Hani, bu da benim açıklayamayacağım çok şaibeli bir durum. Çok fazla sorumun cevapsız kaldığı bir durum. Ben yine burada, yargıya, savcılarımıza ve devlet büyüklerimize güvenerek ve buradan seslenerek bu durumun da bir çözümü görülüyor olacağını ümit ediyorum.

 

Armağan Çağlayan: Haksızlığa uğradığınızı hissediyor musunuz Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: Sence?

 

Armağan Çağlayan: Yani şimdi, bu kadar şey konuştuktan sonra hani…

 

Deniz Seki: Çok fazla hem de. Çok fazla. Çok fazla ve neden onu da bilmiyorum. Çok sorum cevapsız. Çok sorum cevapsız. Ama bir şey söyleyeyim mi Armağan? Milletin vicdanında o kadar aklandığımı hissediyorum ki. Bu beni çok yüreklendiriyor. Bu benim için çok kıymetli. Herkes her şeyin farkında aslında. Bakma sen aradan çıkıp sosyal medyada 2-3 tane lüzumsuz, gereksiz, negatif yazılar yazanlara. Onları hiç kale bile almıyorum. Ama milletin vicdanında benim çok günah keçisi ilan edildiğim çok aşikâr. Yani bunu yolda yürüyen küçücük çocuğa sorsan inan ki bana “Ne işi var o kadının içeride” diyebilir yani, ya da yaşlı bir teyzeye sorsan. Hani herkes bunun farkında. Ama benim gerçekten çok cevapsız sorum var yani.

 

Armağan Çağlayan: Şimdi Adalet Bakanlığı’na yeniden yargılama için mi başvurdunuz?

 

Deniz Seki: Evet, yeniden yargılama için başvurduk.

 

Armağan Çağlayan: Ve aslında iade-i itibar istiyorsunuz?

 

Deniz Seki: İade-i itibar istiyorum. Bu da benim en doğal hakkım zannediyorum. Çünkü yargının dengelerini kaybettiği zaman görülen davalarda, o davaların sonucunda o kişilere iade-i itibarları iade edildi biliyorsun. Bir tek itibar-ı iade edilmeyen ben kaldım. Ben de sabırla iade-i itibarımı bekliyorum.

 

Armağan Çağlayan: Ne zor.

 

Deniz Seki: Zor.

 

Armağan Çağlayan: Gerçekten zor.

 

Deniz Seki: Zor.

 

Armağan Çağlayan: İlk sizi ziyarete geldiğimde, geri çıkarken kendimi çok kötü htim.

 

Deniz Seki: Neden?

 

Armağan Çağlayan: Sizi arkada bırakıp oradan çıkmak duygusu çok kötü geldi. Size haksızlık yapıyorum gibi geldi.

 

Deniz Seki: Ay canım.

 

Armağan Çağlayan: Çok acayip bir duyguydu mesela o. Mesela orada siz yakınlarınızı gördükten sonra ne yaşadınız mesela?

 

Deniz Seki: Seninle geçirdiğim, yani o gelen arkadaşımla geçmiş zamanda geçirdiğim anılarımı düşünüyorum. Ve kendimi çok tuhaf, böyle hafif kambur, nasıl anlatayım sana, yaralı bir kuş gibi hissediyor insan kendini sevdiği birinden ayrıldığı zaman. Özellikle açık görüş günleri. Ailen geliyor, sevdiklerin geliyor, görüş listendeki kişiler geliyor. O gün üzerinden tır geçmiş gibi oluyorsun. O kadar zor bir gün ki o gün. Hem çok mutlusun hem çok mutsuzsun.

 

Armağan Çağlayan: Çünkü o zamanın biteceğini biliyorsunuz. 

 

Deniz Seki: Evet, 40 dakika. Bir de bir zil çalıyor. Çok sevimsiz bir zil. O zil de ayrılık çanı. O ayrılık çanı inanılmaz yüreğine dokunuyor insanın. Aynı şey keza, kapalı görüşte telefon pat diye kesiliyor. O eller o cama yapışıyor. Gözlerde yaşlar. Anlatırken bile boğuldum. Zordu ya.

 

Armağan Çağlayan: Olmaz mı?

 

Deniz Seki: Çok zordu.

 

Armağan Çağlayan: Herhalde bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden bir tanesi. Herkesin de…

 

Deniz Seki: Aynen öyle… “Topraksız Zincirlikuyu” dedim ben oraya. Öyle bir ismi uygun gördüm. Çünkü orası “Topraksız Zincirlikuyu.” Kocaman böyle bir havuzun, boş bir havuzun içine atılmış susuz balıklar gibiyiz yani. Gökyüzüne bakıyoruz böyle falan. Gökyüzü dikdörtgen. Boyuna 21 adım, enine 10 adım bir avlu var. 8 m2 bir oda var. O odanın içinde bütün yaşam alanın. Hiç kolay şeyler değil bunlar. Sevdiklerinden ayrısın vs. vs. Ama hayatına nasıl baktığın da önemli, bakış açın da önemli. Kendi iç dünyana yolculuk yapıyorsun, kendini keşfediyorsun. Bunu bir şeye de çevirebilirsin hayatında. Nasıl anlatayım sana. Kötüden iyi bir ders çıkarabilirsin. Kendini daha iyi tanıyabilirsin. Hayatta çok fazla hikâyeleri olan kadınlar tanıdım. Çok acıklı, çok dramatik. “Ya bu insanlar da benim soluduğum havayı soluyor, benim aldığım nefesi, oksijeni alıyor ve bu insanlar nasıl bu kadar büyük dertlerle baş edebiliyor” diye durmadan şükrediyorsun. Çünkü “Beterin beteri var” diyorsun. Biri almış müebbet hapis, öbürü almış ağırlaştırılmış. Müebbet alan, ağırlaştırılmışın karşısında “Çok şükür Allah’ıma” diyor. Çünkü biri ağırlaştırılmış, biri müebbet. Çünkü ağırlaştırılmış olan hücreye gidiyor, koğuştan alınıyor. Onun hakları tamamıyla farklı. Hayatı çok daha kısıtlanıyor. İşte, günde 1 saat havalandırmaya çıkıyor. Görüş günleri değişik. Ayda 1 kere değil de, 2 ayda 1 kere vs. Şükrediyor müebbet hapis alan. Biri 24 yıl, biri 36 yıl. 24 yıl alan şükrediyor. O yüzden, orası çok değişik bir yer yani.

 

Armağan Çağlayan: Bu sefer girip çıktıktan sonra sizi daha tevekkül sahibi gördüm ben.

 

Deniz Seki: Teşekkür ederim. Yani, kolay değil. 8 yıldır bu ıstırapla boğuşuyorum. 8 yıldır gerçekten bu çileyle beraber yaşıyorum. Ama çok şükür sonunda özgürüm.

 

Armağan Çağlayan: Ve bitti.

 

Deniz Seki: Bitti ama iade-i itibarım için ben sabretmeye devam edeceğim.

 

Armağan Çağlayan: İçeride, hapishaneye girdikten sonra bu kez, ikinci girişinizde daha dine mi yöneldiniz? Daha uhrevî bir dünya mı kurdunuz kendinize?

 

Deniz Seki: Bir şey söyleyeyim mi? Bunu anlatmaya utanıyorum ve çekiniyorum ama ben hep böyleydim. Ben 7 yaşındaydım Kuran kursuna gittim. Rahmetli dedem bütün sureleri öğretmişti bana. Hani ben, küçücüktüm biliyordum dini vecibelerimizi çok şükür Allah’a. Ama orada şöyle bir şey oluyor, orada o kadar kendinle ve Allah’la baş başasın ki ister istemez daha çok huşuya geçiyorsun. Ben şükür namazlarımı da kıldım, Esmalarımı da çektim, tespihlerimi de çektim, dualarımı da okudum, ben hep öyleydim zaten, hani siz bilmiyordunuz. Anlatabiliyor muyum?

 

Armağan Çağlayan: Orayla ilgisi yok.

 

Deniz Seki: Hani demişler ya, “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz.” Bu da o hesap. O yüzden benim içim rahat. Yani içim rahat derken ben hep öyleydim. Değişen bir şey olmadı. Orada biraz daha kendimle baş başa kaldığım için daha verimli yolculuklar yaptım belki kendi kendime. Ne bileyim, güldük ağladık.

 

Armağan Çağlayan: Ben şeyi çok merak ettim. Çıkmadan bir gece önce size büyük bir seremoni yapmışlardır çünkü bu adettir değil mi?

 

Deniz Seki: Evet.

 

Armağan Çağlayan: Ne yaptınız o gece? Biz hepimiz merakla, hatta Özgür falan hepimiz fotoğraf koyduk. “Yarın geliyor, yarın günlerden Deniz Seki” falan. Size mutlaka büyük bir kutlama yapmışlardır, bir de siz koğuş mümessiliydiniz çünkü.

 

Deniz Seki: Evet mümessildim. Şimdi bir Türkân ablam var, o mümessil oldu. Cumartesi gecesi yaptık çünkü Pazar günü ben dinleneyim diye beni yalnız bıraktılar. Toparlanmam gerekiyordu, odamı toplamam gerekiyordu aynı zamanda.  Herkes oruçlu olduğu için iftardan sonra bir şey yapalım, dendi. İftarımızı yaptık. İftardan sonra, bize gitar çal, dediler. Dedim ki, şu anda çalamam. Yani ağlıyorum ister istemez. Çünkü karşımda bir şekilde ağlıyorlar. Ve benim onlara bakarken elim, ayağım, notalar, her şey birbirine karışıyor. Dedim, ben gitar çalmayayım ama size mini bir konser vereyim. Tamam, dediler. Anlaştık. Bir de bir arkadaşımız daha var şarkı söyleyen benim gibi koğuşta. Dediler ki, bize repertuar yapın, hadi bize mini bir konser verin. Geçtik Dilek’le odaya. Dedik; ne yapalım, repertuar yapalım mı, onu mu söyleyelim, bunu mu söyleyelim. Baktık biz işin içinden çıkamıyoruz, dedik ki akışına bırakalım. Allah’ım akışına bıraktık, o gece bitmedi. Herkes şarkı söyledi. Herkes ne şarkılar, ne repertuar. Şahane pastalar yapmışlar. Ben onlara bir irmik böreğim var, oraya özgü, tarifi bana ait, çok seviyorlar onu, ondan yaptım onlara. İşte pastalar yapıldı, taze limonatalar yapıldı taze limondan, çaylar demlendi, kahveler içildi ve herkes sırayla şarkı söyledi. Dedim ki; siz bana veda yapıyorsunuz, benden durmadan şarkı istiyorsunuz. Ben de sizden istiyorum. Hiç kırmadılar beni. Ve ne kadar güzel sesli arkadaşlarım varmış, haberim yokmuş. Bayağı böyle gece sabaha kadar, sabah ezanına kadar şarkı söyledik. Gerçekten 21 kişiydik ve 21 kişi tek tek şarkı söyledi. Şahane bir konser verdik.

 

Armağan Çağlayan: Sonra tabi…

 

Deniz Seki: Sonra tabi…

 

Armağan Çağlayan: Pazartesi günü sizi infaz memuru gelip aldığında bir alkışla uğurlanır.

 

Deniz Seki: Evet. Çok çok güzel alkışladılar. Çok duygusal bir andı onlardan ayrılışım. Hep aklımdalar, hiç unutmadım. Her gün uyandığımda, onlar ne yapıyorlar acaba, diye aklımdan geçiriyorum. Daha tabi çok da yeni. Bir an önce herkese, ceza yatan herkese özgürlük diliyorum. Ve ailelerine de sabır diliyorum.

 

Armağan Çağlayan: Siz içerideyken sürekli infaz yasaları değişti. Ve ceza indirimleri geldi, ceza indirimleri geldi. Biz de hep bekledik. Deniz Hanım’a da vuracak mı, Deniz Hanım’a da vuracak mı? Mesela her vurmadığında umutsuzluğa kapıldınız mı Deniz Hanım? Ben burada kaldım eyvah, diye…

 

Deniz Seki: Kapıldım tabi. Ben burada kaldım eyvah değil ama bir kırıldı yani kolum kanadım. Çünkü o kadar hevesleniyorsun ki oradaki yaşam enerjin, kaynağın umut. Umut seni yaşatan şey. Her yeni gün bir şeyden umutlanıp o günü de öyle yaşıyorsun. Günü öyle kurtarıyorsun. Zaten birbirinin ezberi günleri yaşıyorsun. Ben o kadar inanmıştım ki o yasanın bana da vuracağına, ben bütün eşyalarımı gönderdim. 2 hafta tek bir eşofmanla kaldım. Hiç unutmuyorum o dönemi. Ben mesela bu durumun çok haksız olduğunu düşünüyorum. Çünkü ne demek yani hani, ona gidebilirsin de buna kalabilirsin. Çok etik gelmiyor bana. Ve benim gibi herkese. Başına bu tarz olaylar gelen herkese de. Eşitlik ilkesi denilen bir şey söz konusu ve bu ilkeye karşı geliniyormuş gibi bir şey söz konusu.

 

Armağan Çağlayan: Bayağı siz bana da vuracak deyip bütün eşyaları toplayıp yolladınız.

 

Deniz Seki: Topladım, yolladım. Ondan sonra baktım ki işte şunu kapsamıyor bunu kapsamıyor, şunu kapsamıyor bunu kapsamıyor. O koğuştaki şeyi bir görsen, ooo diye şöyle bir ses.

 

Armağan Çağlayan: Herkes down.

 

Deniz Seki: Herkes down, herkes down. Ondan sonra, yakında şu çıkacakmış biliyorsun oralarda en çok konuşulan şey; af var, yasa var, tahliye var.

 

Armağan Çağlayan: Sürekli, değil mi?

 

Deniz Seki: Sürekli af var, yasa var, tahliye var. Herkes CMK’nın bütün kanunlarını yıkmış vaziyette sular seller gibi. Herkes birer küçük avukat. İster istemez sen de kulak misafiri oluyorsun.

 

Armağan Çağlayan: Ve herkes aslında umut taciri.

 

Deniz Seki: Umut taciri, aynen öyle.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi? Bu diyor mesela…

 

Deniz Seki: Bugün yarın…

 

Armağan Çağlayan: …bir şey çıkacak diyor.

 

Deniz Seki: …bir şey çıkacak diyor. Allah… Bir de salisede fısıltı gazetesi orası.

 

Armağan Çağlayan: Bütün cezaevine yayılıyor.

 

Deniz Seki: Salisede duyuluyor. Saniyede değil, salisede duyuluyor. A biliyor musun, o ona söylediğini unutuyor. O geliyor gene dönüyor dolaşıyor. Söyleyen söylediğine gülüyor. Böyle çok acayip. Sen söyledin ya diyorum mesela, a doğru diyor ben söylemiştim diyor sana. Biraz önce söylemiştim, diyor. Öteki geliyor, af çıkacak. Biri diyor ki, denetim uzayacak. Öbürü bir şey diyor, öbürü bir şey diyor işte. Umut fakirin ekmeği.

 

Armağan Çağlayan: Deniz Hanım çok zorlandınız mı? Çünkü bir yandan da koğuşa konulduğunuzda şuna bakılıyor ya; eğitim seviyeleri aynı insanlar değil oradaki insanlar, sosyal statü olarak aynı insanlar değil. Ve belki de hayatınız boyunca bir daha hiç karşılaşmayacağınız insanlarla, bir arada, ortak bir yaşam sürdürmek zorundasınız. Çok zorlandığınız oldu mu?

 

Deniz Seki: Ben o olayı şöyle, kendime kendime bir oyun oynadım, kendi kendime bir oyun yarattım. Belki Pollyannacılık yaptım ama… Hiçbirimiz birbirimiz seçmedik ve tesadüf eseri bir yerde toplandık. Bir kere sıfatlar kapıda bırakılıyor. O Allah’ın emri, öyle olmak zorunda. Kimsenin suçu, vasfı hiç sorulmaz. Ne kurum tarafından, hani ne koğuştaki arkadaşlar tarafından. Merak edilebilir, anlatırsa kişi saygı duyulur, dinlenir. Onun haricinde katiyen sorulmaz. Oranın da kendine ait raconları var. Fakat ben şöyle, mesaj aradım hep. Her yaşadığım şeyin içinde bana yukarıdan bir mesaj verildiği hissiyatıyla, kendime bir oyun yarattım. Mesela şu; kaç kişiyiz? 20 kişiyiz. İşte onların isimleri ne? Birinin adı mesela Gülenay, birinin adı Sevgi, birinin adı Nehir, birinin adı Ayşe. Bu isimlerden kendime mesajlar çıkardım. İşte Gülenay, Sevgi, kalbimdeki sevgiyi unutmamam gerektiğiyle ilgili, her zaman hayata gülmem gerektiğiyle ilgili vs. İşte her isimden kendime işaretler çıkardım. Bu kişiler boşu boşuna, tesadüf toplanmadı bir araya diye. Ve sanki görevini bitiren gitti, görevini bitiren gitti. Birbirinin hayatında kardeş gibi oluyorsun orada, kader arkadaşlığı çok başka bir şey. Yoktan var ediyorsun birlikte. Beraber ağlıyorsun, beraber gülüyorsun. Beş dakika önce ağlarken, beş dakika sonra gülüyorsun. Hani yarası aynı yerden kanayanların merhemi birbirleri olurmuş ya, o hesap. O yüzden ben onun aynısıyım ilacıyım, o benim aynam ilacım. Bu şekilde hiçbir zorluk çekmedim. Herkesle diyaloğum, iletişimim son derece normal ve güzeldi. Giderken de neredeyse bütün kurum gözyaşı döktü, duygulandılar. Bir yandan gitmemi istediler, evet benim özgürlüğe uçmamı istediler ama bir yandan da gidiyorum diye hüzünlendiler.

 

Armağan Çağlayan: Deniz Seki olmak insana cezaevinde bir ayrıcalık verir mi?

 

Deniz Seki: hayır hayır hayır. Katiyen. Katiyen. Ben bir kere çok rahatsız olurum böyle bir şeye. Kendimi kötü hissederim. Yapı olarak da öyle bir insan değilim normal hayatımda. Orada olmuş olmam ayrı, yapı olarak hayatın içinde de mütevazı olmak çok insanlığa dair bir şey. Büyüdükçe küçüleceksin. Benim hayat felsefem.

 

Armağan Çağlayan: Peki, ters tarafından bakarsak Deniz Hanım… Deniz Seki olmasaydınız, bütün bunlar başınıza gelir miydi?

 

Deniz Seki: Sence? Bir hukuk adamı olarak sana soruyorum.

 

Armağan Çağlayan: Bence hayır.

 

Deniz Seki: Tamam işte. Cevabı sende zaten. Evet, ben çok ağır bedeller ödedim. Deniz Seki olmak da bu bedelin bir parçası. 

 

Armağan Çağlayan: Şimdi geriye dönseniz, bütün bu yaşadıklarınızdan sonra, şunu der misiniz: yok ya ben sıradan bir insan olmayı tercih ederdim, ünlü olmak istemezdim, sıradan bir hayatım olsun isterdim.

 

Deniz Seki: Yok, hayır. Hiç “keşke” kelimesini sevmiyorum ben. O yüzden yaşanması gerekiyormuş, yaşanmış. Kader diye bir şey varsa, kaderin içinde keder diye de bir şey var. Ben de kaderimin içindeki kederimi yaşadım. Hiç geriye dönüp bakmıyorum. Geçmiş dikiz aynamda ama ben önüme bakıyorum. Yaşandı ve bitti.

 

Armağan Çağlayan: Evet, yaşandı bitti ama içinizde çok büyük yaralar açtı. Belki kişiliğinizde, karakterinizde… Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi?

 

Deniz Seki: Ben çok iyi anlıyorum seni ama ben kabule geçtim herhalde. Yani kabullendim artık. Bunu yaşadım, yaşamam gerekiyormuş. Yani vah vah, tüh tühlerim, o dönemim geçti benim. Böyle olması gerekiyormuş böyle oldu. Yani bir de onu düşünüp ona üzülemeyeceğim. Hani üzülecek yer kalmadı yani.

 

Armağan Çağlayan: Göz göz oldu yani…

 

Deniz Seki: Yani evet. Bir de onu dert etmek istemiyorum kendime.

 

Armağan Çağlayan: Oldu, bitti.

 

Deniz Seki: Mutluluğa söz verdim. Bitti.

 

Armağan Çağlayan: Ne bundan sonraki planınız?

 

Deniz Seki: Şarkılar, konserler, müzik, güzel insanlar, güzel dostluklar, dünyayı gezmek, memleketimi gezmek, sevmek, sevilmek, çoğalmak, artmak, paylaşmak, ama şarkı, müzik müzik müzik…

 

Armağan Çağlayan: Çocuğunuz olsun istiyorsunuz, öyle anladım.

 

Deniz Seki: İnşallah. Tabi onu da istiyorum. İstemez olur muyum?

 

Armağan Çağlayan: Öyle anladım. Çoğalmak deyince aklıma o geldi.

 

Deniz Seki: Çoğalmak deyince o da var tabi işin içinde.

 

Armağan Çağlayan: O zaman evlilik planı da var.

 

Deniz Seki: İnşallah. O da olacak.

 

Armağan Çağlayan: İnşallah. 

 

Deniz Seki: Olsun.

 

Armağan Çağlayan: Bence de olsun.

 

Deniz Seki: Bence de olsun. Hayat paylaşınca güzel.

 

Armağan Çağlayan: Siz evlenmiştiniz değil mi bir kere?

 

Deniz Seki: Yıllar önce, evet. Çok küçüktüm o zaman daha.

 

Armağan Çağlayan: Küçüktüm küçücüktüm.

 

Deniz Seki: Çok toz pembe bir evlilikti.

 

Armağan Çağlayan: Daha olgun musunuz artık Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: Ben büyümüyorum. İçimde bir küçük kız çocuğu var ki o büyümesin zaten. Mesela ben yaşsız kadınlardan olacağım. Asla takvim yapraklarıyla alakası olmayan kadınlardan olacağım. Onu çok iyi biliyorum. Ruh yaşım hiç büyümüyor, hep aynı. Bu da benim yaşam enerjimi yükseltiyor. Hayata daha sımsıkı bağlanmamı sağlıyor.

 

Armağan Çağlayan: Deniz Hanım siz temin etmekten aslında ceza aldınız. Gerçekten temin ettiniz mi?

 

Deniz Seki: Hayır, Armağan. Hiç kimseye hiçbir şey temin etmedim. Temin ettiysem temin ettiğim insanlar neden ceza almadı? Yani temin ettin dediğin kişi yok ki ortada. Beraat etmiş, onlar neden ceza almamış temin ettiysem ben?

 

Armağan Çağlayan: Yani temin edilenin olmadığı bir temin etmek.

 

Deniz Seki: Aynen öyle. Bu kadar manasız bir şey. Ve ben bundan dolayı 8 yıldır savaş veriyorum.

 

Armağan Çağlayan: Ağırınıza gidiyor mu Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: Gitmez olur mu? Tabii ki gidiyor.

 

Armağan Çağlayan: Çünkü bir insana yapılabilecek en kötü suçlamalardan bir tanesi.

 

Deniz Seki: Gitmez olur mu? Çok şaibeli bir durum var yani ortada. Ben bu durumun bir an önce açığa çıkmasını istiyorum. En içten duygularımla ve sabrımla. O derin sabrımla. Çok da sabırlı bir kadınmışım.

 

Armağan Çağlayan: Hakikaten öyleymişsiniz.

 

Deniz Seki: Gerçekten çok sabırlıymışım.

 

Armağan Çağlayan: Sizi bana Popstar zamanı sorsalar mesela, Deniz Hanım sabırlı diye tarif etmezdim ama artık öyle tarif ederim.

 

Deniz Seki: Evet. Ve güçlü. Çok şükür Allah’ıma. Çok güçlüymüşüm. Ben de bilmiyordum bu kadar güçlü bir kadın olduğumu.

 

Armağan Çağlayan: Olgunluk biraz da insanı o hale getiriyor galiba?

 

Deniz Seki: Olabilir, olabilir ama ben de şaşırıyorum bazen kendime. Hayatı böyle, yaraları tolere etmeme, bu acıları tatlı tebessümle karşılamaya falan ben kendim de şaşırıyorum bazen.

 

Armağan Çağlayan: Cezaevi çok soğuk bir yer ya Deniz Hanım, ilk sizi ziyarete geldiğimde, daha önce staj yaparken cezaevi stajı yaptım gördüm ama benimle aynı zamanda orada bekleyen insanlar var. Ben sürekli onları takip ettim. Ne yaparlarsa onu yaptım. Şimdi hani bir yerden geçiyoruz, ben hep geride kaldım. Çünkü hani bilmiyorum, bir ritüel var. İşte herkes ayakkabısını çıkarıyor, Allah Allah dedim, ben de çıkardım. Sonra sizin gelmenizi beklerken acayip tedirgin oldum mesela.

 

Deniz Seki: Neden?

 

Armağan Çağlayan: Çünkü çok kurallarını bilmediğiniz bir yerdesiniz. Sanki başıma her an bir yerden bir şey gelecekmiş gibi böyle. Acayip bir duygu o. Öyle bir yerde, çok uzun bir süre yaşamak, insanın ruhsal sağlığını da erozyona uğratmaz mı diye de düşündüm mesela. 

 

Deniz Seki: Doğru söylediğin şey çok doğru.

 

Armağan Çağlayan: Çok soğuk bir yer çünkü orası. Hiçbir insani bir şey yok. Hani, yaşadığınız yerde kendinize özel olduğunu belirtmek için duvara bir şey koyarsınız, oraya bir resim asarsınız. Ne bileyim, bir yerde el kreminiz vardır. Bir yerde göz kalemin, bir şeydir yani…

 

Deniz Seki: İşte o yüzden kendine ait bir dünya kuruyorsun orada. Odanı kendince seni yansıtan bir yer haline getiriyorsun. İşte duvarlarına bir şeyler yapıştırıyorsun. Ne bileyim işte, çamaşır suyu kutusunu yarıya kesip peçetelik yapıyorsun, üstüne çiçekli böcekli bir şey örüyorsun da dikiyorsun. Atıyorum işte, düzenli bir tipsen, ben öyleyimdir mesela, düzeni çok severim. Pencerenin önüne bulgur koyup kuşları besliyorsun. Kalkıp o güzel, dünya tatlısı kuşlar, koskoca Bakırköy’de dolanıyor dolanıyor, geliyor orada benim penceremin önüne mama yemeye geliyor mesela. Ben şimdi, bu benim için nasıl bir yaşama enerjisi olmasın? Nasıl ben bunu görüp de ağlamayayım ya da Allah’a şükretmeyeyim? Düşünsene koskoca Bakırköy’de, hani git, ağaçlık bir sürü çimen var çayır var ağaç var. Değil mi? Uçuyor uçuyor geliyor hop benim camımın önüne konuyor. O gelince tabi ben, Allah’ım ki sana anlatamam mutluluğumu. Her gün onların suyu değişiyor, şeyi değişiyor. Gelenle konuşuyorsun, ah canım benim, çünkü başka bir canlı görüyorsun orada. Orada toprak yok, çiçek yok, ağaç yok, şey yok.

 

Armağan Çağlayan: Çiçek yetiştirmek niye yasak?

 

Deniz Seki: Yasak bilmiyorum. Mutlaka zamanında mahkûmlar bir şeyleri suiistimal etmiştir. Çünkü yasaklar hep şuursuz mahkûmlar tarafından, evet gerçekten öyle. Orada ben hiç şeye kızamıyorum yani.

 

Armağan Çağlayan: Ben kremin yasak olmasına çok şaşırmıştım.

 

Deniz Seki: Krem yasak değil.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi?

 

Deniz Seki: Hayır, krem yasak değil.

 

Armağan Çağlayan: Ama mesela kolonya yasak, parfüm yasak.

 

Deniz Seki: Deodorant yasak, roll-on kullanıyorsun. Saç spreyi yasak. Efendime söyleyeyim, sirke yasak.

 

Armağan Çağlayan: Sirke mi?

 

Deniz Seki: Çiğ yumurta yasak.

 

Armağan Çağlayan: Çiğ yumurta mı?

 

Deniz Seki: Evet. Yani çiğ yumurta dağıtmıyorlar da haşlanmış yumurta dağıtıyorlar.

 

Armağan Çağlayan: Allah Allah.

 

Deniz Seki: Çünkü çiğ yumurtanın kabuğundan efendime söyleyeyim patlayıcı bilmem ne madde yapılıyormuş. Bilmediğimiz bir şey. Böyle bilgiler var.

 

Armağan Çağlayan: Ama hepsinin bir gerekçesi var.

 

Deniz Seki: Hepsinin bir gerekçesi var. Zamanında demek ki dağıtmışlar, yapan olmuş. Mesela eskiden yemek getirilirmiş cezaevlerine. Sebze falan getirilirmiş. Ya adamın biri, tarlasında lahananın içinde silah saklayınca,  lahana da üstüne güzel güzel kapaklanıp cezaevine girince sen olsan sen de yasaklarsın yani. O yüzden ben orada mahkûmları suçlu buluyorum. Hiç şikâyetlenmesinler neden o yasak bu yasak diye. Çünkü hep suiistimal etmişler yani.

 

Armağan Çağlayan: Biraz da galiba oradaki mahkûmları eşitleme duygusu da var.

 

Deniz Seki: Tabi. Yoksunluk tabi.

 

Armağan Çağlayan: Hiç kimse parasıyla diğerine bir üstünlük kurmasın.

 

Deniz Seki: Aynen öyle. Tabi tabi tabi.

 

Armağan Çağlayan:  En çok neyin özlemini çektiniz Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: bir kere müziğimi çok özledim. Yani sahne, şarkı, mikrofonumu çok özledim. Sevdiklerimi falan geç onları ama yani onlar zaten hep hasretim. Özlemler bambaşka, özlemler. Ağaca sarılmayı özledim, çimene basmayı özledim, denize girmeyi özledim, efendime söyleyeyim lunaparka gitmeyi özledim.

 

Armağan Çağlayan: Gerçekten mi?

 

Deniz Seki: Evet, ben çok severim lunaparka gitmeyi. Halıya basmayı özledim. Her yer taş. Plastik görmek istemiyorum mümkünse, uzunca bir süre. Demir, kapılar hep demir ya. O ses çok irkitici. Bir de kilit sesi. Özlediğim çok şey var ya…

 

Armağan Çağlayan: Hep şey denir ya Deniz Hanım, içeride kaldıktan sonra, dışarıya çıkmak mahkûmu korkutur. Korktunuz mu siz de?

 

Deniz Seki: Korkuyor insan biraz ya. İster istemez korkuyorsun. Başka bir cumhuriyetten başka bir cumhuriyete. Yani dünyaya ışınlanmış gibi hissediyorum kendimi. Oradayken de sanki orada doğdun orada ölecekmişsin gibi geliyor sana. Çok acayip bir şey. Hani Bakırköy’ün ortasında, şehrin göbeğinde, ama bir o kadar yakın ve o kadar uzak. Hani, çok değişik duygular yani.

 

Armağan Çağlayan: Hani şey, şimdi son 1 hafta mesela bir gerginlik oldu mu?

 

Deniz Seki: Olmaz olur mu?

 

Armağan Çağlayan: Eyvah, ben dış dünyaya çıkacağım, ne yapacağım? Yürümeyi unuttum.

 

Deniz Seki: Tabi tabi. Korkuyorum dedim. Herkes bana şey dedi. Korkma, seni çok güzel şeyler bekliyor. Seni çok seviyorlar. Sevenlerin çok, dua edenlerin çok. Hep beni böyle güzel cümlelerle yatıştırdılar. 

 

Armağan Çağlayan: Orada korkutan ne Deniz Hanım? Bizim anlamadığımız ne?

 

Deniz Seki: Mesela şimdi, çok fazla yalnız kalmaya alışıyoruz ya, yalnızlığımızla baş başayız yani. Çok fazla yalnızlık ister istemez seni içine kapatıyor. Öyle olunca şimdi benim mesleğim de rengârenk bir meslek. Kameralar, sahne, şov, insanlar, alkışlar… Beni çok etkileyen, beni besleyen şeyler ama bir taraftan da böyle bir durumla karşı karşıyayım. O yüzden aslında Özgür doğru yaptı galiba. Beni bodoslama hemen yoğun bir iş trafiğinin içine atarak. Belki de iyi yaptı. Çünkü ben, bugün ikinci günüm, özgürlüğümün üçüncü günü. Ve ben şu ana kadar iyiyim yani. Korktuğum başıma gelmedi.

 

Armağan Çağlayan: Son gün saatleri hiç geçmemiştir.

 

Deniz Seki: Geçmedi, hiç geçmedi.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi?

 

Deniz Seki: Ama bir yandan da herkesle böyle tek tek özlem giderdim. İşte birinin odasından çıktım, öbürünün odasına gittim. Biriyle kahve içtim, biriyle dertleştim. O vakti de öyle değerlendirdim. Dışarıda beni bekleyen bir kalabalık olduğunu duydum ve çok heyecanlandım.

 

Armağan Çağlayan: O insanın başına ne geleceğini bilmediği o belirsiz zaman dünyanın en garip şeyi herhalde.

 

Deniz Seki: Evet, zaten belirsizlik çok kötü, fena bir şey hayatta.

 

Armağan Çağlayan: Değil mi?

 

Deniz Seki: Ama biliyorsun ki çıkacaksın.

 

Armağan Çağlayan: Mesela geciktiniz ya bir miktar, gerilmediniz mi?

 

Deniz Seki: Gerilmedim ya, yok çok gerilmedim. Şey oldum sadece. Çok sıcak bir hava ve orada hani klima sistemi de olmadığı için hareket de etmiyorsun. Hani süslenmişsin, giyinmişsin, gideceksin.  3 kere falan öpüşme, sarılma, ayrılık faslı yaşadık. Yok, gerilmedim yani.

 

Armağan Çağlayan: Sonra infaz memuru geldi…

 

Deniz Seki: Evet, infaz memurları da bu arada, gerçekten aile gibi. Onlara da teşekkür ediyorum.

 

Armağan Çağlayan: Sizi ziyarete gelmek aslında çok zordu işte. Ben de 2 ya da 3 kere geldim, hatırlamıyorum. Gidiyorsun, önce savcıdan izin alıyorsunuz. Sonra savcı izin verirse giriyorsunuz. Orada geçtiğiniz bir süreç var. Gözleriniz okunuyor falan filan. Ama bir kere okuyorlar, sonra ikinci gittiğinizde okumuyorlar.

 

Deniz Seki: Öyle mi? Ben çünkü bilmiyorum prosedürü.

 

Armağan Çağlayan: Yo bir kere, bir kere gözünüzü tarıyorlar, sonra ikinci gittiğinizde göz taramanız olduğu için tanıyor sizi. O, böyle bir kapı var ya…

 

Deniz Seki: Bilmiyorum ki ben orayı. O sizin giriş kapınız.

 

Armağan Çağlayan: Hani böyle bütün demirlerin birbirine geçtiği acayip bir kapı var. Ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz.

 

Deniz Seki: Yok, ben bilmiyorum orayı.

 

Armağan Çağlayan: Her şeyinizi çıkarıyorsunuz, ayakkabılarınızı da koyuyorsunuz, bir xl’den geçiyorsunuz. Sonra bir tane infaz kurumu memuru diyor ki: “Burada bekle.” Orada bekliyorsunuz, sonra o acayip demirlerin birbirine geçtiği yer var. Oraya gözünüzü gösteriyorsunuz, o demirler açılıyor, arasından giriyorsunuz.

 

Deniz Seki: A…

 

Armağan Çağlayan: Ha, siz bilmiyorsunuz…

 

Deniz Seki: Ben bilmiyorum.

 

Armağan Çağlayan: Sonra, size diyorlar ki mesela: “Birinci yere git, Deniz Hanım oraya gelecek.” Siz o birinci yere gidiyorsunuz, böyle acayip bir tedirginlikle bekliyorsunuz.

 

Deniz Seki: Gelecek mi gelmeyecek mi, diye.

 

Armağan Çağlayan: Gelecek mi, diye. Ben hep siz içeri girdikten sonra gelmek istedim. Geldim de Allah’a şükür.

 

Deniz Seki: Evet, ayağınıza sağlık.

 

Armağan Çağlayan: Sizin beklediğiniz ve gelmeyen, sizi de çok kıran birisi oldu mu?

 

Deniz Seki: Hayır, hayır. O kadar gelenim oldu ki sağ olsun. Hani hiç kırıldığım da kimse yok, “Vay, keşke gelseydi” dediğim de kimse de yok.

 

Armağan Çağlayan: Onu da tevekkülle karşılıyorsunuz.

 

Deniz Seki: Onu da tevekkülle karşılıyorum. Gelemeyenin de bir işi vardır, işi çıkmıştır da gelememiştir.

 

Armağan Çağlayan: Canım 3 yıl bir işi olmaz ki insanın. 1152 gün iş olmaz yani.

 

Deniz Seki: Yani, doğru ama… Vardır bir sebebi. Ne bileyim ben.

 

Armağan Çağlayan: Hani ben olsam şöyle bir duyguya kapılırım: “Ya, işte ben bu suçlamayla içeri girdim. Bak gelmediler. İşte artık benden utanıyor mu?” Anlatabiliyor muyum?

 

Deniz Seki: Yok yok yok. Hiç oralara, hiç öyle düşünceler içine girmedim. Hiçbir zaman girmedim. Çünkü ben ne yapmadığımı biliyorum. Ben ne yapmadığımı bildiğim için hiç hiç hiç öyle duygulara asla o ruh haline bürünmedim. Ama hani gelmesini bekleyip de gelmedi diyebileceğim… Mesela Kenan Doğulu, çok sevdiğim arkadaşım ve yıllardır dostluğumuz söz konusu. Gelemedi ve çok gelmek istedi, çok çaba sarf etti. Böyle gelmek isteyip çaba sarf edip gelemeyen çok kişi var. Ben bu çabalarını bildiğim için kırılacak bir durumum da yok yani. Çünkü gerçekten gelmek çok zorlaştı. Hani çok fazla prosedür gerekiyor OHAL döneminde olduğumuz için. İnsanların da hayatları var ve gerçekten hayat çok zor ve karışık. Öyle değil mi?

 

Armağan Çağlayan: Gelen de sağ olsun, gelmeyen de sağ olsun.

 

Deniz Seki: Gelen de sağ olsun, gelmeyen de sağ olsun. Ama o kadar çok gelenim gidenim oldu ki 3 yıl içinde. Ben çok teşekkür ediyorum.

 

Armağan Çağlayan: Bir gününüz nasıl geçiyordu Deniz Hanım?

 

Deniz Seki: Aslında ben bunu anlattım. “Denizin Dibi” kitabında hemen hemen oradaki yaşantımı anlattım. “Mutluluğa Söz Verdim”de de onun devamı gibi. Ama biraz daha farkındalıkların olduğu bir kitap oldu “Mutluluğa Söz Verdim.” Sabah 8’de sayımla başlıyor. Haftanın 4 günü kütüphanede çalışmam söz konusu, saat beşe kadar. 8’de sayım, kahvaltı, gazeteler, gazete mütalaası ve sonra benim kütüphaneye gidişim, beşe kadar orada çalışmam, dönüşüm koğuşa, 6’da sayım, 6 buçuk gibi yemek, 8 gibi odalara çekilmek ve artık dinlenmek, o arada 1 saatlik bir yürüyüşüm oluyor. Eğer hava müsait değilse içeride yürüyorum, gece yürüyüşü yapmayı tercih ediyorum o zaman. Gece herkes böyle el ayak çekildikten sonra sakin ortamda yürümeyi tercih ediyorum. Koğuşun içinde, 1 saat kadar. Ondan sonra işte film, dizi, kitap vs. Gece saat 1 gibi falan da uyku.

 

Armağan Çağlayan: Oradayken siz “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz ”da oynadınız.

 

Deniz Seki: Evet, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” benim hayatımda ne kadar önemli bir yer teşkil ediyor, biliyor musunuz? O çok büyük bir anı. 3 gün set kurdular orada. Bütün ekibe sevgilerimi yolluyorum buradan. Onlar da benimle çok ilgilendiler, eksik olmasınlar. Bütün yapım ekibine, Raci Şaşmaz başta olmak üzere, bütün oyuncu kadrosuna, yönetmenime, herkese selam olsun. Bana özgürlüğü yaşattılar aslında orada. Şöyle yaşattılar; ben o 2 gün içinde, o 3 gün içinde bir setteydim ve mahkûm Deniz değildim. Bayağı dizi setindeydim yani.

 

Armağan Çağlayan: Star Deniz.

 

Deniz Seki: Star Deniz. O kadar güzeldi ki. Gece yarılarına kadar sürdü çekim. İşte yemek yedik beraber. Canın ne istiyor, dediler, sordular. Ondan sonra, ben onlara orada bestelediğim şarkımı söyledim. Çok etkilendiler. Zaten dizide de kullandılar bunu. Çok güzel bir anıydı.

 

Armağan Çağlayan: Sonra bir gün gittiler.

 

Deniz Seki: Sonra bir gün gittiler. İşte onlar gittikten sonra ben bir hafta kendime gelemedim. Çok değişikti o an yaşadığım o duygu durumu. Ama hayatımda çok büyük bir anı oldu.

 

Armağan Çağlayan: Evet, biz de merakla televizyonların başına yapışıp seyrettik.

 

Deniz Seki: Müthiş bir anı oldu yani…

 

Armağan Çağlayan: Son olarak ne söylemek istersiniz? Aslında bütün seyredenlere, aslında bütün Türkiye’ye…

 

Deniz Seki: Hayatta hepimizin başına her an her şey gelebilir. Her şey insanlar için. Kader denilen bir şey varsa, kaderin içinde keder de varmutluluk da var. Ama mucizelere de inanmak gerekiyor. Ve şikâyet etmemek gerekiyor. Çünkü şikâyet edilen yere mucizeler uğramazmış. O yüzden hayatlarınız şikâyetsiz, mucizelerle dolu güzellikte olsun. Ve yaşadığınız her güne şükredin, aldığınız nefesten itibaren. Ve birbirinizi sevip sarmalayın. Sevgi her şeyin ilacı. Ve ben sizi çok özledim. Biliyorum siz de beni çok özlediniz. Geldim ben işte, buradayım. Az kaldı buluşmamıza. Bu kadar...

 

Zordu, zordu ama geçti. Çok tuttum, tuttum kendimi. Çok teşekkür ederim Armağan’cığım. Herkese eşit davranmak istedim, kimseyi kimseden ayırmak istemedim. O yüzden, çünkü herkes benim kaç yıllık arkadaşlarım. Onunla konuş, bununla konuşma. Ona cevap ver, buna cevap verme. Herkes haliyle merak ediyor, yaşadıklarımı, ruh halimi, sabrımı vs. O yüzden bence böylesi çok daha doğruydu. Teşekkür ediyorum.

 

Armağan Çağlayan: Benimle konuştuğunuz için çok teşekkür ederim. Tekrar hoş geldiniz. İyi ki geldiniz.

 

Deniz Seki: İyi ki geldim ben. Teşekkür ederim.

 

 

EDİTÖRE NOTLAR:

 

*Deniz Seki, 13 Şubat 2009 yılında gözaltına alındı. Beşiktaş Kuruçeşme’deki operasyonu kurallara aykırı olarak Jandarma yaptı ve polise haber vermedi. Arama kararı olmaksızın arama yapıldı. Daha sonra mahkumiyetine neden olan suç konusu maddeye hiç rastlanmadı. 3 gün gözaltında kaldıktan sonra savcının tutuklama istemi hakim tarafından reddedilerek serbest bırakıldı. Savcının bu karara itirazı kabul edilince 24 Şubat 2009 da yeniden gözaltına alınıp tutuklama kararı yüzüne okundu. İlk duruşmasının yapıldığı 1 Ekim 2009 tarihine kadar tutuklu kaldı, o gün tahliye edildi.

 

*Örgüt bağlantısı iddia bile edilmemesine rağmen davası DGM lerin yerine kurulan “Özel Yetkili İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi “nde görüldü. Sonuçta mahkeme, 6 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetti. Karar Duruşma savcısının istediği cezadan daha ağırdı. Karar Deniz Seki lehine hem savcı hem de Deniz Seki’nin avukatı tarafından temyiz edildi. Dosya savcısı değiştirildi ve yeni savcı Deniz Seki lehine temyizi geri çektiğini mahkemeye bildirdi. Ceza Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından oyçokluğu ile lehine bozuldu; ancak Yargıtay savcısı bu karara itiraz etti ve davanın taşındığı Yargıtay Ceza Genel Kurulu, oyçokluğuyla Deniz Seki aleyhine karar vererek 6 yıl 3 aylık cezayı kesinleştirdi. Bunun üzerine 30 Mayıs 2014'te hakkında hakkın da yakalama emri çıkarıldı. Özel Görevli Mahkemeler, adil yargılanma hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle kanunla kaldırıldı. Bugün Deniz Seki’nin yargılama sürecinde rol oynayan Jandarma-Savcı-Hakimlerin önemli bir kısmı örgüte üye olmaktan halen tutuklu veya firari.

 

*Deniz Seki 15 Kasım 2014 gözaltına alındı ve 16 Kasım 2014'te ikinci defa Bakırköy Kadın cezaevine girdi.

 

*Deniz Seki toplamda 3 yıl 2 ay cezaevinde yattı.

 

*Deniz Seki'nin cezaevinde el çizimi olarak yaptığı ve şiirinin yer aldığı tshirt’ler El Bebek Gül Bebek Derneği’nin erken doğan çocukların tedavisine gelir olarak 2015 Yılbaşı Alışveriş Festivali'nde satışa sunuldu.

 

*Herkesin konuştuğu efsane dizi “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”’ın 14 ve 15. Bölümleri için  Deniz Seki Aralık 2015 ‘de kamera karşısına geçti. Deniz Seki'ye dizi de Deniz Çakır eşlik etti.

 

*”Denizin Dibi” adını verdiği ilk kitabı Şubat 2016’ da yayınlandı.

 

*”Mutluluğa Söz Verdim” adını verdiği ikinci kitabı Mayıs 2017 ‘de yayınlandı.

 

*Deniz Seki’nin 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvurusunda AİHM yedi yıl gibi uzun bir süre sonra olumlu bir karşılık verdi. Kararda Deniz Seki’nin kişi özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varıldı. Böylece Deniz Seki’nin 2009 yılındaki 219 günlük tutukluluk sürecinin hukuka aykırılığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de tescillendi.

 

*Deniz Seki, kendisine mektup yazıp "Hayat seni tam bir savaşçı olarak yetiştiriyor. Dik dur! Çilehaneyi verimhaneye çevir" diyen Sezen Aksu'nun sözünü dinleyerek 2.5 yıl boyunca cezaevinde açılan gitar, tiyatro ve drama, aşçılık, el becerisi, protokol ve sofra, reiki enerji kurslarına katılıp hepsini tamamlayarak MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü'nün verdiği 6 sertifikaları almaya hak kazandı.

* Deniz Seki cezaevi sürecinde günümüze kadar 50 ‘nin üzerinde sözü ve müziği kendine ait şarkı besteledi.

 

 

ARTUKLU HABER AJANSI


26.3° / 15°
  • BIST 100

    9530,47%-0,18
  • DOLAR

    32,47% 0,08
  • EURO

    34,67% 0,42
  • GRAM ALTIN

    2473,99% -0,49
  • Ç. ALTIN

    4201,71% 1,16