Dünyamızdan Ahiret`e göç eden ünlü dostlardan anılar...

Türk Dünyasından Haberler 21.11.2013 07:39:06 0
 Dünyamızdan Ahiret`e göç eden ünlü dostlardan anılar...

Abdullah Yüce, Zeki Müren, Barış Manço, Hulusi Kentmen, Berkant, Azer Bülbül, Müslüm Gürses,  Yılmaz Güney-Tuncer Kurtiz ikilisi, Savaş Ay ve Doğan Koloğlu`dan anılar.
Mehmet Ali Birand, Neşet Ertaş, Sadri Alışık, Turgut Akyüz, Ahmet Sezgin, Aytunç Altındal ve Nejat Uygur`dan kısa kısa...

İnsanın bu dünyadaki ömrü, ahiretteki ömür ile kıysalandığı zaman çok kısadır.
Aslında `Çok kısa` demek de yanlıştır.
Zira, inanışlara göre, ahiretteki yaşam sonsuzdur.
`Kısa yaşam` sürdürdüğümüz bu dünyada, doğuyoruz, büyüyoruz, yaşlanıyoruz ve ölüyoruz.
Bu dünyada herşey değişkendir.
Yine inanışlara göre, dünyamızda Allah`tan başka kalıcı ve ölümsüz varlık yoktur.
`Ecel` denilen yaşamın sona ermesi ile, `Kıyamet` denilen dünyanın yok olması sonrasında, `Mahşer`de toplanılacak, hesaplar görülecek ve ondan sonra da `Ahiret` başlayacaktır.
`Ahiret` te sonsuza kadar yaşam sürecektir.

Hepimizin çok sevdiği canlılar vardır ki, Allah`ın yukarıda belirtilen kuralları doğrultusunda bu dünyaya gelmişler ve sonra da gitmişlerdir.
Bunu, `Ahiret`e göç etti` diye değerlendiriyoruz.
Benim de, annem, babam, kardeşlerim ve dostlarım Ahiret`e göç etmişlerdir.
Bir de, aynı akibete uğrayan, hepimizin tanıdığı ünlüler vardır.
Üzüntü verici ama, bu ünlüler arasında benim pek çok dostum olmuştur.
Bu dostlardan bazılarını ele alacağım ve ilgi çekecek anılar anlatacağım.
Çok uzun bir yazı olacak ama, bu ünlüleri sıra ile ele almak zorunluluğu olduğu için, uzun yazıma katlanacaksınız artık...
İster art arda okuyun, ister peyderpey...
(Medyadaki dostlarım her gün birkaç anı ile yetinebilirler)

 

Bu Ne Sevgi Ah ve Yollar Niçin Bitmiyor: Abdullah Yüce 

 

İstanbul`da bir bankada çalışırken amatör şarkıcılık yapan dayım kanalıyla tanımıştım rahmetliyi. Mersin`e bir konser için geldikleri zaman 16 yaşında idim. Beraberinde ünlü komedyen İsmail Dümbüllü de vardı. yengemin yaptığı içli köfteleri ceplerine doldurarak ayrılmışlardı Mersin`den.
17 Yaşımda iken, İstanbul`da Konservatuar`a kayıt olmaya gitmiştim. 
O sırada tabii ki aile dostumuz olan Abdullah Yüce`nin Yeniköy`deki evine gitmiştim. Benimle yakından ilgilenmişti merhum. İstanbul gibi bir metrepolda yaşayabilmem için beni, Şükran Ay`ın kocası Turan Turanlı`ya teslim etmişti. (En son kaybettiğimiz Savaş Ay`ın babası.) Turan Turanlı ünlü bir sihirbaz ve gösteri sanatçısıydı. Çadır tiyatroları kurardı ve o çadırlarda konserler organize ederdi. Çadır o zaman Bakırköy`de idi. Sinan Subaşı o günlerin ünlü şarkıcısıydı. O`nunla birlikte sahneye çıktım ve şarkı söyledim. Ama şarkıcılık bittikten

sonra da sandalye toplama işlemine de katıldım.
İstanbul`daki şarkıcılık meceram kısa sürdü. Birkaç filmde rol aldıktan sonra Mersin`e döndüm.

Daha sonra kader beni Hollanda`ya taşıdı. Hollanda`da gazetecilik yaparken, seyahatçılık ve konser organizasyonu da yapıyordum.
Bir organizasyona Abdullah Yüce`yi de ekledim. Eski günleri yad ettik.
1984 yılında Hollanda`dan Mersin`e göç ettiğimiz zaman, Abdullah Yüce`yi, ailece işlettiğimiz Popeipolis-Karaçay adlı Gazino Restaurant`a getirdim. Tam altı ay sahneye çıktı merhum Yüce.

27 Kasım 1995`te vefat ettiği zaman 75 yaşındaydı Abdullah Yüce.
Yıllar sonra, 2012 yılında bana bir e-mail mesajı geldi. Mesaj merhumun kızından geliyordu. Evde fotoğraflarımı bulmuştu. Sonra da internette web sayfamı. Yazıştık Abdullah Yüce`nin sevgili kızıyla. O bana, ben de ona fotoğraflar gönderdik.
Nur içinde yatsın !!!

 

Dünya iyisi ve efendisi Zeki Müren:


Zeki Müren`i 1983 yılında yakından tanıdım. Kilolarından kurtulmak için ABD`ye gidiyordu. O zaman Beneluks temsilciliğini yaptığım Hürriyet’ten aradılar ve emri verdiler: “İlhan, Zeki Müren Amerika’ya giderken Amsterdam’a uğrayacak. KLM uçaği ile oraya geliyor. Havaalanı’ndan al ve kendisiyle ilgilen”.
Eh, ne de olsa ‘emir demiri keserdi’. 
Ben de havaalanına gittim, basın bürosundan içeri girdim ve Zeki Müren’i uçaktan çıkılacak olan kapıda bekledim.

Daha önce tanışmamıştık Zeki Müren ile.
Ama o beni kapıda görünce tanıma becerisini gösterdi :
‘Seni sakallı fotoğraflarından tanıdım’ diye de iltifat etti.

Zeki Müren, KLM Havayolları tarafından VİP (Çok Kıymetli Kişi) olarak çiçeklerle karşılanmıştı. O’nu otele götürmek üzerelerken müdahale etti ve, ‘Teşekkür ederim, ben bu arkadaşla gideceğim’ dedi.

Daha önce pek çok ünlü sanatçı ile birlikteliğim olmuştu. O yıllarda Türkiye’ye hasret olan buradaki yurttaşlarımız için konserler düzenlerdim. Bu nedenle de tanışmadığım sanatçı yok gibiydi. Ama Zeki Müren gibi ünlü bir sanatçı ile birlikte olmak bir başkaydı.

Zeki Müren’i oteline götürdükten sonra yemeğe çıkacaktık. KLM tarafından bile VİP karşılanan böylesi ünlü bir sanatçıyı mutlaka ünlü ve lüks bir restauranta götürmem gerekirdi.
’Nereye gideceğiz’ diye sorduğu zaman birkaç ünlü restaurant adı saydım.
’Boş ver’ dedi ve ‘Türk lokantası yok mu?’ diye sordu.
Olmaz olur muydu ? Aklıma hemen, Sabit Gürses’in program yaptığı Çağlayan Restaurant geldi.
Sabit Gürses, hâlâ keşfedilmemiş bir sese sahip, Hollanda’da çok sevilen bir şarkıcıdır.

Zeki Müren’e, ‘Seni bir Türk lokantasına götüreceğim. Orada bir çocuk şarkı söylüyor. Onu dinlemeni de istiyorum’ dediğim zaman itiraz etmedi.
Yemek sırasında Sabit Gürses’i dinlerken çok etkilenen ve sık sık “Yavrum. yavrum” diyen Zeki Müren çok duygulanmıştı. Daha sonra masamıza gelip saygı gösterisinde bulunan Sabit Gürses’e “Burada ne işin var senin? İstanbul’a gel ve şöhret ol” diyen Zeki Müren, destek sözü de vermişti.

Saat 23.30 olmuştu. “Şimdi nereye gideceğiz sayın Karaçay?” diye dokundurdu Zeki Müren. Öyle ya, erotik cenneti Amsterdam’a gelip de ‘ilginç’ yerlere gitmemek olur muydu?
”Seni çok beğeneceğin yerlere götüreceğim” dediğim Zeki Müren’i saat 03.00’e kadar gezdirdim ve eğlendirdim. Gördükleri ve yaşadıkları ile çok mutlu olan ünlü sanatçı, “Dünya nerelere gelmiş, biz nerelerdeyiz” diye de hayıflandı.

Ertesi gün Zeki Müren’i Amerika’ya yolcu etmek üzere otelinden aldım ve havaalanına götürdüm.
Yolda sohbet ederken “Bülent Ersoy geçen ay buradaydı” dediğim an, “Ne olursun, bu ismi duymak istemiyorum” diyerek, bu sanatçıya karşı antipatisini ortaya koydu.

Bülent Ersoy’u Hollanda’ya ben getirmiştim. Amsterdam, Rotterdam ve Brüksel olmak üzere üç konserlik bir sözleşme yapmıştım.
Önceden aldığım uyarılara rağmen, Bülent Ersoy ile ile sözleşme yaptığım için çok pişman olmuştum. Tam anlamıyla bir kâbus yaşatmıştı Bülent Ersoy.
Onunla ilgili ‘rezalet’ haberlerim Hafta Sonu`nda yayınlanmıştı. O da bu nedenle hem benim ve hem de Hafta Sonu aleyhine dava açmıştı.

Sizlere anlatmaya çalıştığım Zeki Müren ile bir daha görüşemedim. Ama O’ndan sık sık selam geldi. İstanbul’da ve Bodrum’da, Hollanda’dan kiminle konuşsa, mutlaka bana da selam iletirdi rahmetli.

Dünya beyefendisi Zeki Müren`i 24 Eylül 1996 tarihinde İzmir`de bir TV çekimi sırasında kaybettik. 
Ruhu şad olsun !!!

 

Bir Barış Manço ki....

Barış Manço`yu 1974 yılında Rotterdam Başkonsolosluğumuzun residansındaki bir resepsiyonda yakından tanımıştım. Yanımızda, o zaman Tercüman`da dış politika yazan Güneri Cıvaoğlu da vardı.
Daha sonra sık sık Hollanda`ya geldi. Hollanda`ya geldiği zamanlar, Milliyet`in Hollanda muhabiri Kamuran Sümercan`ın evinde kalırdı.
O ziyaretler sırasında da birlikte olurduk. Daha o zamanlar içinde gazetecilik ve televizyonculuk ruhu olduğu anlamıştım.

1976 yılında Beyaz Kelebekler`i Hollanda`ya getirmiş ve `Sen Gidince` şarkısını plak yaparak pop listelerine girmesini sağlamıştım.
Beyaz Kelebekler`i ziyaret ettiğim bir Ankara gecesinde Barış Manço`da aynı sahneyi paylaşmıştı. Kuliste birlikte olduğumuz Barış Manço, Beyaz Kelebekler`in merhum şefi Turgut Akyüz`e, `Helal olsun size be, hoptiralalayla falan işi yürütüyorsunuz` diye takılmıştı. Turgut da o zaman bu lafın altında kalmadı ve, `Sana da helal olsun. Lambaya püfte ile müfte ile işi götürüyorsun` şeklinde takıldı.

Barış Manço, ünlü spor yorumcusu ve spiker Halit Kıvanç`ın da esprilerine maruz kalmıştı. Sahnede iken Barış Manço`yu anons eden Halit Kıvanç, `Barış`ın cebinde ya akrep vardır veya cebi deliktir` esprisi ile O`nun cimri olduğunu ima etmişti. Barış da sahneye çıktığı zaman, `Halit abi de benden geri kalmaz` diye karşılık vermişti.

Hoş sohbet ve yaratıcı olan Barış Manço`yu 1 Şubat 1999 tarihinde kaybettik.
Dualarımız O`nun için....

 

`Bay Samanyolu` Berkant

Berkant`ı 1975 yılında yakından tanıdım.
`Bayan bacak` diye ünlenen Serpil Örümcer ile evlenmiş ve KLM uçağı ile Amsterdam`ın Schiphol Havalimanı`na gelin-damat olarak gelmişlerdi.
Serpil Örümcer`in muhteşem gelinliği hem Hürriyet`te ve hem de KLM Magazine`de kapak olmuştu

 

1984 yılında Hollanda`dan dönüş yaptığım Mersin`deki Gazino-Restaurantımızdaki müzik sahnemizi zenginleştirmek için Berkan`ı aradım ve teklifimi yaptım. Hemen kabul etti ve Mersin`e geldi. Ama geliş o geliş oldu. İki yıl kaldığım Mersin`de sürekli bzimle oldu. Benim Hollanda`ya yeniden dönmemle birlikte ise, bizim gazinodan ayrıldı ve Lagos adlı bir başka mekanda yıllarca sahneye çıktı.

Mersin`deki birlikteliğimizde eski alışkanlıklarından vazgeçmiş, spor yapan, diyet programı uygulayan ve alkol almayan bir Berkant vardı.
Görünürde sessizdi ama, özel sohbetlerde bülbül gibi şakırdı.
Kazandığı paraları İstanbul`daki eşine ve çocuğunun bakımına harcardı.

Berkant`ın seslendirdiği, sözlerini Teoman Alpay`ın yazdığı ve bestesi Metin Bükey`e ait olan Samanyolu adlı şarkı, 1969 yılında Hollandalı pop şarkıcısı David Alexander Winter tarafından `Oh Lady Mary` adıyla seslendirilince batıda da tanınan bir parça haline geldi. Fakat parçayı tüm dünyada tanıtan şarkıcı Patricia Carli olmuştur. Şarkının plağı 1968 yılında 100.000`in üzerinde satarak Türkiye`de platin plak alan ilk plak olmuştu.

Samanyolu şarkısındaki popülaritesi nedeniyle O`na `Bay Samanyolu` lakabını ben takmıştım.

Berkant Akgürgen`i 1 Ekim 2012 tarihinde kaybettk.
Nur içinde yatsın!!!

 

Dünyanın en mahzun insanı Müslüm Gürses

O`nu 1977 yılında yakından tanıdım.
Yine de çok ünlüydü ama para kazanamıyordu. 
Garip ve mahzun bir insandı. 
Sahipsizdi.

Bir Avrupa turunda yolu Hollanda`ya düştü. Fahri Işık kardeşimiz O`nu Utrecht`teki büroma getirmişti. Türkiye^de plakları ve filmleri büyük rağbet görmesine rağmen para kazanamıyordu. Daha doğrusu, organizatörler O`nu sömürüyordu.
Bir gün, organizatörün yanına gitmiş ve `para lazım` demiş. Organizatör `ne kadar lazım` diye sormuş. O da, o günün değerlerine göre 100 bin gibi bir mablağ söylemiş. Sonra ne olmuş biliyor musunuz? Organizatör ayağa kalkmış ve ` Sen delirdin mi oğlum` diyerek kolundan tuttuğu gibi dışarı atmış.

Düşünebiliyor musunuz? Plakları ve filmleri büyük ilgi gören ve çok meşhur biri olan Müslüm Gürses gibi bir insana böylesi bir muamele yapma basiretsizliğini gösteren organizatörler de varmış. Ama o organizatör bu cesareti, Müslüm`ün garip ve mahzun halinden almış.

Müslüm Gürses, Hollanda`da kalma kararı almıştı. Bu doğrultuda yardımımı istemişti. Ben de `Tamam` dedim. `Sen, Sabit Gürses, Fahri Işık ve birkaç da bayan sanatçı ile bir kadro kuralım ve konserler verelim`demiştim. Çok sevinmişti Müslüm Gürses.

O gün evimize uğradık. Eşimi de alarak Amsterdam`daki Türk lokantasına kalabalık bir grup olarak gittik. Mahzun Müslüm çok neşelenmişti. O kadar rahatlamıştı ki, belki de yaşamı boyunca kendisini böylesine hür ve hoş hissetmemişti. Neşesi biraz doz artırınca Fahri Işık`a, ` yeter, al bu kardeşi yatağa götür` deme ihtiyacını hissetmiştim.

Müslüm Gürses daha sonra bana gelmedi.Groningen`de dostlarının yanında kalmış ve hatta Adanalı bir bayan ile evlendirilmişti. Sonra Türkiye`ye giderken Münih`te tutuklandığını yazmıştı gazeteler.

Aradan aylar geçmişti. Müslüm Gürses`in, bir zamanların ünlü sinema yıldızı Muhterem Nur ile birlikte olduğunu yazmaya başladı gazeteler.

Sinemayı bıraktıktan sonra bir ara şarkıcılık da yapmaya çalışan Muhterem Nur yıpranmıştı artık. O`nun Müslüm Gürses`e, Müslüm Gürses`in de O`na yararı olacaktı. Ve öyle de oldu. Muhterem, Müslüm`ün elinden tutunca maddi sorun ortadan kalktı.
Televizyon kanallarının devreye girmesi ile de, her sanatçı ve gazeteci gibi, onlar da bu gelişmeden yararlandılar.

Yıllar sonra, sanırım 1980 yılında Müslüm Gürses`i, Hulusi Kentmenli bir kadro ile Hollanda`ya getirdim. 20 kadar konser verildi. Ama Müslüm Gürses konserlerine pek ilgi olmuyordu. Bunun nedeni de, Müslüm`ün sahnede kendinde olmamasından kaynaklanıyordu. Yani Müslüm Gürses sahnede iyi değildi.
En kalabalık konser Hengelo şehrinde olmuştu. Konser öncesi merhum Hulusi Kentmen ile kuliste oturuyorduk. Bir bayan Müslüm Gürses`i sordu. Ben de soyunma odasını gösterdim. Soyunma odasına giren bayanın ardından yaşlıca bir bayan daha girmişti. Görüşme uzayınca yerimden kaltım ve soyunma odasına gittim. Kapıyı açtığım zaman acayip bir görüntü ile karşılaştım. Genç bayan, duvara yaslanmış olan Müslüm Gürses`in yakasına yapışmış ve `Sen nasıl nikahlı karın dururken böylesi bir kadınla beraber olursun` diye bağırıyordu genç kadın. Ardından annesi olduğu anlaşılan bayan saldırıyordu ve Muhterem Nur için ağıza alınmayacak kötü sözler söyleyi hakaret ediyordu. Tabii ki bu duruma hemen müdahale ettim ve Müslüm`ü kadınların elinden kurtardım. Ama kurtulma bir türlü gerçekleşmiyordu. Zira kadınlar dışarıda bekleyen akrabalarına seslenmişlerdi. Bir yığın adam kapıya çullanmıştı. Ben ise Müslüm`ü içeride tutup, dışarıda kapıyı tutuyordum. Sonra bizim çocuklara seslendim. Büyük bir ardebeden sonra çağrılan polis saldırganları yaka paça yakalamış ve yerlerde dürükleyerek karakola götürmüştü. Bu konuyu, Müslüm`e zarar gelmemesi için haber yapmamış ve yaptırmamıştım.
Ama yıllar sonra İstanbul-Adana uçağında karşılaştığım Müslüm, nedense o olayı hatırlamak istememişti ve hatta yüzüme karşı, `Yooook, yok öyle bir şey` diyerek çok çekindiğini belli etmişti. Kaldı ki yanımızda Muhterem yoktu ve sadece Yunus Bülbül vardı.

Muhteren Nur, Müslüm`ün ölümünden sonra yayınlanan bir röportajında bu evliliği inkar etmemiş ve şöyle demişti: `Turnelerde otelde kalmak sorun oldu,evlendik. Müslüm daha önce Hollanda’ya gitmek için formalite evliliği yapmış.. Kadını görmemiş hiç. Çocuğumuz 3.5 aylıkken karnımda öldü. Bir daha olmadı. Benim çocuğum Müslüm, onun çocuğu ben oldum. Arkadaşım da, oğlum da, kardeşim de oydu. Sevgi, saygı ondaydı.`

İşte, Muhterem Nur`un ifade ettiği bu evlilik, benim sözünü ettiğim evliliktir.
Yaşamı boyunca, sineği bile incitmeyen bir Müslüm Gürses, işte böyle geldi ve geçti bu dünyadan.
Nur içinde yatsın !!!

 

Perdede iyilik meleği, yaşamında sert bir hapishane müdürü: Hulusi Kentmen

Yıl 1962. Yer, Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi. Askerliğimi yaparken geçirdiğim bir bunalım nedeniyle, bu hastanenin Asabiye Servisi`ne yatırılmıştım. 
Hastanenin hemen yanında askeri hapishane vardı. Malumunuzdur, hapisaneye düşenler hemen hastaneye getirilir ve müşahede altına alınırdı. Hapishaneden gelenlerle yaptığım sohbetler sırasında Hulusi Kentmen adını çok duydum. Merhum hakkında söylenenleri burada anlatmaktan imtina edrek, Sami Mert Eğilmez`in web sayfasındaki ifadelerini aktarmakla yetineceğim: `1911 yılında Bulgaristan`da dünyaya gelen Hulusi Kentmen, 1942`de sinema oyunculuğuna adımını atmıştır. Bugüne kadar 231 filmde rol alan Kentmen, çizdiği sevecen, iyi kalpli ve otoriter rolleriyle halkın her kesimi tarafından sevilmiştir. Polis ve hakim karakterleriyle rol aldığı filmlerde adaletin iyi yüzünü, zengin bir iş adamını canlandırmış, otoritenin simgesi olmuştur. Pos bıyıklarıyla bir neslin dedesi kadar sevdiği Kentmen, çevresinde de her zaman sevgi dolu kalbiyle tanınırdı. 

Hulusi Kentmen, sinema oyunculuğuna atılmadan önce bir süre orduda deniz kuvvetlerinde astsubaylık yapmıştır. 
Ama efsane oyuncunun gerçek mesleği cezaevinde dirliği ve düzeni sağlamaktan sorumlu olan gardiyanlıktır.`

Hastane günlerimden birinde, o zaman Galatasaray`da oynayan Uğur ve Telat askerlik muayenesi için hastaneye gelmişlerdi.
Onlara yardım için koridorlardaydım. Tam o sırada Hulusi Kentmen`in de orada olduğunu öğrendim. Duyduklarımdam ötürü çok kızmış olduğum Kentmen`e bir sürpriz yapmalıydım. `Horozun oğlu Hulusiiiiii ` diye bağırdığım zaman kendisi de şaşırmıştı. ` Kim ulan bu` gibisinden üzerime gelmeye başlayınca kulağına fısıldandı: `Aman ha, çok asabidir`. Hulusi Kentmen o an çark etti ve `Gel bakyım oğlum` diye yanaştı ve beni kucakladı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. 
O sevilmeyen sert adama sempati duydum.

Yıllar sonra, Hulisi kentmen`i Müslüm Gürses kadrosuyla Hollanda`ya getirdim. Hengelo`daki konser sırasında kuliste sordum O`na. `Hulusi baba sen beni tanımadın değil mi?` Yanıt açıktı. ` Nasıl tanımam canım. İlhan Karaçay`ı tanımayan mı var?`
Hatırlatmaya çalıştım: `Yıl 1962, Kasımpaşa Askeri deniz Hastanesinde biri sana Horozun oğlu Hulisiiiii diye bağırmıştı.` Kentmen`in yanıtı: `Hatırlamam mı yaaaa. Zır delinin tekiydi.`
`İşte o zır deli bendim Hulusi baba`
 deyince o da çok şaşırdı.

Hoş, ben zır deli değildim ama, Hulusi babada o intibayı bırakmışım.
Ben de hapisane yaşamına değinmiştim Hulusi babanın. Bana Hengelo`da uzun uzun anlattı. Meslek icabı mahkumlara karşı yumuşak davranılmaması zorunluluğundan söz etmişti.

Beyaz perdenin en iyi babası, asıl mesleğninin en sert adamı, Yeşilçam`ın unutulmaz oyuncusu Hulusi Kentmen, 20 Aralık 1993`te İstanbul`da hayatını kaybetti.
Allah rahmet eylesin !!!

 

Yılmaz Güney ve Tuncer Kurtiz ile kısa bir yoldaşlık...

Yıl 1960. İstanbul`da macera peşindeyim. Konservatuara kaydımı yaptıramayınca, çadır tiyatrolarındaki şarkıcılık deneyimlerim sırasında bir çok flmde oynadım. Ünlü yapımcı Vecdi Benderli, Göksel Arsoy gibi sarışın bir yıldız yaratmanın yanında, Yılmaz Güney gibi bir başka yıldızın doğacağından habersiz idi. Benim hamim Vecdi Benderli idi

O tarihte, flm oyuncularının haklarını savunmak için bir grev organize edilmişti. Organizeyi yapanların başında Yılmaz Güney ve Tuncer Kurtiz vardı. Adanalı hemşehrime destek vermek boynumun borcuydu ama diğer tarafta bana hamilik yapan Vecdi benderli vardı.

`Nasıl olsa görmez ve farketmez` diye düşünerek greve katıldım ve geceyi de Yılmaz Güney-Tuncer Kurtiz ikilisiyle çadırda geçirdim.
Ertesi gün tabii ki gazetelerde boy boy fotoğrafların içinde benim de kellem görünüyordu. Anında kovdu beni Vecdi benderli ağabey.
Yılmaz Güney, `Boş ver, üzülme, gel birlikte çalışırız` demişti ama benim moralim bozuldu ve hemen Mersin`e döndüm.

Yılmaz Pütür (Güney), sinemanın `Çirkin Kralı` olarak ünlenirken, siyasi nedenlerle yurtdışına kaçtı. Sonraki durumu da hepimizce malum.
Tuncer Kurtiz, yaşamının en büyük çıkışını Ezel dizisinde yaptı. Ramiz Dayı rolü O`nun için biçilmiş kaftandı.
Rahmete kavuştuğu günlerde yazmıştım:

Gençlik yıllarımda, Mersin`de Kikirik Baba lakaplı ünlü bir kabadayı vardı.

Kikirik Baba bizim kahvehane ve Gazino-Restaurantımızdan çıkmazdı.
Yaşamı hapishenelerde geçmiş profesör gibi bir adamdı. Ezel dizisindeki Ramis Dayı, Kikirik baba`nın aynısıydı. Kim bilir bu filmin senaryo yazarı belki de Kikirik Baba`yı örnek almıştır. Ne de olsa, bir zamanların ünlü jönü, şimdiki ünlü senarist Suphi Teknıker` de Mersinlidir.

Tuncer Kurtiz, Kurtiz olarak ünlendi ama, Ramiz Dayı olarak taçlandı ve Ramiz Dayı olarak da göç etti.
Nur içinde yatsın !!!

 

Bir başka garip insan: Azer Bülbül

Yıl 1992. Lahey`de Gemi Restaurant`tayız. Gece saat 02.00. Günaydın Gazetesi ve ilavesi TAN için gazino reklamları alıyorum. Sahnede bir genç şark usulü şarkılar söylüyor. Okuma tarzı bambaşka. Sordum. Birkaç plak yapmış. Almanya`da bayağı tanınıyormuş. Biz de gazetemizde bu doğrultuda ilanlar yayınlıyoruz.

Sabahlara kadar açık olan eğlence yerlerinden ilan alırsanız, siz de sabahlara kadar çalışmaya mecbur kalırsınız. Ben de öyle yaptım. Haftanın belirli günleri, Amsterdam, Rotterdam ve Lahey`deki bu gibi eğlence yerlerini gece yarıları ziyaret ediyorduk.

Gemi Restaurant`taki genç şarkıcı ile ilk konuşmam, üçüncü ziyaretim sırasında oldu. Biraz erken gelmiştim. Barda oturmuş, başını elleri arasına almış, ağlamaklı olan genç Azer Bülbül idi. Asıl adı Sabutay Kesgin olan Azer Bülbül çok dertliydi. Bu dert yüzünden uyuşturucu kullandığı söyleniyordu. Kısa sohbetimizde derdini tam olarak anlatmadı.
Daha sonraki ziyaretlerimde açılmıştı, sıkıntılarını bana anlatıyordu. Ben de kendisine aklımın erdiği kadar yol gösteriyordum.
Ama O`na söylediğim en net şey, `Buralarda kalma, İstanbul`a git` idi.

Tıpkı Sabit Gürses`e sık sık söylediğim gibi.
Sabit gitmedi ama Azer gitti. Gider gitmez de başarıya ulaştı. 1996 yılında çıkardığı "Ben Babayım" adlı albümü ile bomba gibi patladı. Bu albümde yer alan "Yaralandın mı Ey Can", "Dokunmayın Çok Fenayım " ve "Her An Her şey Olabilir" adlı eserleri çok sevildi.
Daha sonra, "Ağıt", "Zordayım" ve "Kör Kurşun" isimli albümlerini çıkardı. Azer Bülbül, "Yalan Sevgiler", "Başımda Bela Var", "Bana Düştü" ve "Ateş Düştüğü Yeri Yakar" albümleri ile gönülleri fethetti.
"Seçmeler" adı altında eski şarkıları yeniden piyasaya girdi. "Üzülmedim ki" şarkısı yıllar sonra dillerde dolanıyordu.

Azer ile de, tıpkı Müslüm Gürses gibi, İstanbul-Adana uçağında yeniden karşılaştığım zaman boynuma sarılmıitı. Mersin`de bir gecelik iş vardı.
`Nasılsın` diye sorduğum zaman. ` Çok iyiyim abi. Her insanın gibi ben de hatalar yapmıştım. İnsanın hayatında  kötü dönemler oluyor. Ben de çok olumsuzluk yaşadım. Ama artık hepsi geride kaldı. 18 ay uyuşturucu tedavisi gördüm. Artık uyuşturucu kullanmıyorum. 
O zamanlar maddi manevi büyük zarar gördüm. O günleri anmak bile istemiyorum abi.`

Azer o görüşmemizden sonra başarılarına devam etti. 2007`de yine muhteşem bir albüm ile çıkardı. Albüm biraz gecikmeli çıktı ama, bu gecikmeye de değdi. "Kalemin Kırıldı" albümü, içerisindeki "Zorunamı Gitti","Alıştım" ve "Dayanamıyorum" şarkıları öncülüğünde dinleyenlerini mest ediyordu.

Antalya`da 6 Ocak 2012 gecesi kaldığı otelde hayatını kaybeden Azer Bülbül için `Titreyen adam` diyenlere çok kızan fanları, O`nu kalplerinde yaşatacaklarına dair pankartlar taşımışlardı.
Allah rahmet eylesin!!!

 

İki ayrı neslin gazetecisi: Savaş Ay

Bizim çağımızın (1970-2000) gazetecisiydi Savaş Ay. Daha sonra iki neslin gazetecisi oldu.
Yeni nesil muhabirlerin yapamadığını, O  yaşamının sonuna dek yapmaya devam etti.
Pek çok olaydan sonraki gelişmeleri irdelerken, `İşte gazetecilik budur` dedirtti. Ama ne var ki, özellikle televizyon kanallarının mantar gibi çoğalması ile birlikte, reyting kurbanlarının arasına düşmek durumunda kaldı.
Ölenin arkasından konuşulmaz ama, Savaş Ay`ın meslek yaşamında yaptığı hataları daha önceleri yazmış olduğum için, ölümünün ardından riyakarlık yapmamak için, şimdi ölümünün ardından saklamam doğru olmaz. Her türlü eleştiriye rağmen O, bizim Savaş`ımızdır.

Daha önceki anılarımda anlatttığım gibi, çok iyi tanıdıklarım olan Şükran Ay-Turan Turanlı çiftinin oğluydu Savaş. Bu nedenle O`nu hem bir meslektaş olarak ve hem de dostlarımın oğlu olarak çok sevdim.

Savaş Ay`ı 1980 yılında yakından tanıdım. Özhan Hakantürk adında biri, Avrupa`daki Türkler için büyük bir yayın organı planlamıştı. Merkezi Hollanda`da kurulacak olan bu yayın organı için, Türkiye`nin en ünlü gazetecileri ile sözleşme yapılmıştı.
Yazarlar, çizerler ve muhabirler arasında Çetin Altan, Turhan Selçuk ve Savaş Ay gibi 50 büyük isim vardı.
Özhan Hakantürk, gerçekleşeceğine hiç inanmadığım halde beni çok büyük meblağlarla ikna ederek Genel Yayın Müdürü yaptı.
Türkiye`ye gittim ve İstanbul`da bu ünlü gazeteci dostlarla önce Hilton`da teker teker görüştüm ve ön bilgiler verdim.
İkinci defa gittiğim İstanbul`da, bu kez Gazeteciler Cemiyeti`nde topladığım bu ünlü gazetecilere şüphelerimi anlattım ve benim bu işten çekildiğimi belirttim. Ama ne var ki,
Hakantürk`ün ikna ettiği üç gazeteci arkadaş Hollanda`ya gelip işe başlamıştı bile...

İşte o zaman Savaş Ay, sanıyorum Milliyet için izlediği İran-Irak savaşından dönerken Amsterdam`a uğramıştı.
İşe alınacaklar kadrosunda olduğu için Savaş Ay ile Amsterdam`da buluştuk. 
Patron (!) Hakantürk ile birlikte yemeğe çıktık. Hakantürk`ün patavatsız bir lafı üzerine sinirlenen Savaş Ay, "Abi ben bu adamı döverim" diyerek kükredi ama sonunda yatıştı.

Savaş Ay, savaş dönüşü bitkin bir haldeydi ve parasızdı. Uçak biletini aldım, cebine de harçlığını koydum ve onu İstanbul`a uğurladım. Hoş, daha sonra diğer üç gazetecinin de uçak biletleri ve masraflarını karşılamak bana düşmüştü. Zira Hakantürk bir dalaveracıydı.
Savaş Ay daha sonra Tercüman Gazetesi`nde çalışmaya başladı. Hatta yanılmıyorsam bir ara da Londra`da kaldı.

Kader bir gün Savaş Ay`ı televizyoncu yaptı. A-Takımı`nın kaptanı oldu ve çok ünlendi. Eski bir dostun bu başarısı elbette beni de çok sevindirdi.
A Takımı programını sunduğu yıllarda, Amsterdam`dan aldığım, göğsünde kocaman bir 
A harfi olan bir kazağı İstanbul`a götürdüm ve çalıştığı kurumun resepsiyonuna bıraktım.

Savaş Ay yanlış yapmıştı.

Savaş Ay ile bir ara kalem tartışması yaptık. O tartışmaları, ölümünden sonra buraya taşımak ayıp ve günah olur. Ama kısaca da değinmek şart olacak. Zira, ardından sadece göz yaşı döken bir riyakar olmak istemiyorum.

Savaş Ay`ın bazı programları, onun eski ideolojisine hiç yakışmıyordu. 
Zira Savaş, eski bir Mao hayranı ve ilerici bir yapıya sahipti. İlerici bir yapıya sahip olan Savaş Ay`ın ATV`deki `Bodrum fuhuş yuvası oldu` programına ve SABAH`taki  `Tarkan da Aleviymiş` yazısına eleştiri yapmıştım.
O yazıları görmek isteyenler Google`de `ilhan karaçay-savas ay` yazdıkları zaman görebilirler.

Savaş Ay, yine de her zaman başarılı gazeteciliği ile anılacaktır.
Allah rahmet eylesin !!!

 

Gazetecilerin dünya iyisi bir ağabeyi: Doğan Koloğlu

En son vefat eden Doğan Koloğlu, sineği bile incitmeyen dünya iyisi bir ağabeydi. Hürriyet`te Spor Srrvisi Müdürü iken birlikteliğimiz çok oldu.

En son birlikteliğimiz İspanya`daki 1982 Dünya Futbol Şampiyonası`nda oldu. Bir ay boyunca her gün birlikteydik. Çok güzel bir çalışma yapmıştık. Doğan ağabey, güzel ve çarpıcı bir röportaj planlamıştı.

Plan şuydu: Yel değirmenlerini düşman ordusu sanıp savaşacak kadar saf biri olan Don Kişot, İspanyol romancı Miguel de Cervantes Saavedra`nın romanı ve aynı zamanda bu romandaki asıl şahsiyetin adıdır.

Don Kişot, yani Senyor Kesada; halkını, vatanını çok seven bir insan olduğu için olsa gerek. yardımcısı Sanço Panza`yı da yanına alarak Don Kişot oluyor. Kitapta da sözü edildiği üzere Don Kişot, mazlumları korur ve de kötülere göz açtırmaz. Tabii ki yel değirmenleri ile savaşı da tartışılır. 
Anlatalım: Don Kişot, yine bir kurtarma operasyonundadır. Yardımcısı Sanço Panza ile epey ilerledikten sonra yel değirmenlerine rastlarlar. Don Kişot düşmanlarının karşıda olduğunu söyler. Sanço Panza, karşıda yel değirmenlerinden başka bir şey görmez. Don Kişot, karşıdaki büyük devlere saldıracaklarını söyler. Sanço Panza onların dev değil, yel değirmeni olduğunu söylese de Don Kişot, Sanço Panza’nın sözünü keser ve devlere yani yel değirmenlerine saldırır. Yel değirmeninin koca kanadı Don Kişot’la atına çarpar ve birkaç metre geriye uçarlar. Sanço Panza , Don Kişot’u kaldırır ve ağacın gölgesine taşır. Don Kişot devlerin çok güçlü olduğunu söyler. Belirli bir süre sonra yaraları iyileşir.
İşte, Doğan ağabey bu konuda bir röportaj yapmayı planlamıştı. Bana, `İlhan Ben Don Kişot olayım, sen de Sanço Panza.` dediği zaman tereddüt ettim ve düşündüm.
Tamam Don Kişot başrol oyuncu ama, yardımcısı Sanço daha akıllı. Doğan abiye döndüm ve, `Ağabey, Don Kişot çok akıllı değil, Sanço daha akıllıdır. Sen Sanço ol ben de akılsız Don Kişot` dedim. Doğan ağabey hiç itiraz etmedi. 
Doğan ağabey bir köye gitmiş ve iki eşek ayarlamıştı bile. Röportaj için o köye gideceğimiz günün sabahında gelen bir telefon sonucunda, acilen Hollanda`ya dönmem gerekti. Bu nedenle de Doğan ağabeyin çok istediği Don Kişot ve Sanço Panza röportajı gerçekleşmedi.
Ama sen üzülme Doğan ağabey...
Yakında yanına gelirim. Don Kişot`u ve Sanço Panza`yı orada bulur tamamlarız işimizi.

Doğan ağabeyi 13 Kasım 2013 günü kaybettik.
Allah gani gani rahmet eylesin !!!

 

ve diğer dostlardan kısa kısa.

Tanıdığım ünlü merhumlar listesine katacağım daha pek çok dost var.
Hepsini yazıya dökemediğim için üzgünüm.
Ama kısaca birkaçına yer vermek gerekirse şöyle:

 

Ahmet Sezgin


Halk türkülerinin en ünlü ve sevilen sesi olarak Hollanda`ya getirmiştim. Günlerce birlikte olduk. Amsterdam anılarımızı yıllarca anlattı. Ölene dek temasımızı kaybetmedik.

Turgut Akyüz

Beyaz Kelebekler`in şefi Turgut Akyüz. 1975-1980 yılları arasında Hollanda`ya defalarca getirdim beyaz kelebekleri. Sen Gidince şarkısını plak yaptık ve top pop listelerinde aylarca kaldılar.
Turgut Akyüz, İstanbul`da Stardus adli bir müzikhol açmıştı. Talihsiz bir gelşme sonrasında bir hiç yüzünden öldürüldü.

Sadri Alışık


Sadri Alışık. O`nu Hollanda`ya getirmek için İzmir`de çalıştığı Fuar`a kadar gittim. Yanında eşi Çolpan İlhan vardı. Çok yoğun olduğu için Hollanda teklifini kabul etmedi ama, `Bir dahaki sefere` diye söz verdi ama, maalesef sözünde duramadı. Zira hayata çok erken veda etmişti.

Neşet Ertaş

Neşet Ertaş. O`nu da İzmir`de bulmuştum. Hollanda teklifim için çok etik bir davranışta bulundu.
Bana, `Sizinle gelmek isterim ama, benim Hollanda`daki işlerime Dursun kardeşim bakıyor. Lütfen onunla konuşun` demişti. Ünlü Ozan`ın bu tavrı beni üzmüştü ama, etik davranışı da takdire şayandı.

Mehmet Ali Birand


Brüksel`de yaşarken sık sık birlikte olurduk. Dış siyasette çok güçlü bir muhabirdi.
Hiç unutmam. Bir gün Lahey Büyükelçiliğimizde Dışişleri bakanı İlter Türkmen ile bir toplantıdaydık.
Bir soru üzerine ters bir cevap veren Bakan Türkmen`e hiçbir şey söylemeden sırtını dönüp, salonu terkedecek kadar cüretliydi rahmetli.

Aytunç Altındal


O`nunla Yeni GÜNAYDIN gazetesinde birlikte çalıştım. 1994 yılındaki Dünya Futbol Şampiyonası sırasında New York`a gelmişti. Birkaç gün birlikte olduk. Dünyanın en becerili araştırmacılarından biriydi. Aramızdan erken ayrıldı.
Allah rahmet eylesin !!!

Nejat Uygur


Mersin`de 30 yıl önce kurduğu açıkhava tiyatrosunda aylarca çalıştı.
Her gün dolan tiyatroda ben de hergün vardım.
Sahnede çok güldürürdü ama, sahne dışında yerlere yatırırcasına güldürürdü.
Allah rahmet eylesin !!!

Bir de Hollandalı dost: Tee Set`in solisti Peter Tettero

Beyaz Kelebekler topluluğunu Hollanda`ya getirdiğim zaman, dünya çapında ünlü olan Tee Set grubunun solisti Peter Tettero`un menajeri bizim plak işini almıştı. Her gün ya Peter`in evindeydik, ya da Scheveningen`deki gece kulübünde. Peter o sıradayaptığı plak ile Beyaz Kelebekler`e aynı zamanda rakip olmuştu.Radyolar`ın ünlü DJ`si Jos de Draier`e sık sık telefon eder ve `Benim plağımı günde 30 defa döndürmezsen ....` diye tehdit ederdi.

Peter`in evinde bir papağanı vardı. Papağan`a sorardık: Waar is Peter ? (Peter nerede?) cevap bizi kahkahalara boğardı: Naar de hoeren !!! (Fahişelere gitti).
Peter bir ara ekonomik krize girdi.
1982 yılında, Hürriyet Hollanda bürosunun açılış resepsiyonunu Amsterdam Hilton Oteli`nde yapıyorduk. Peter`in tanıdığı bir kameraman ile anlaşmıştım. Ama o resepsiyona Peter de gelmişti. Nasıl mı? Kameramana yardımcı olarak. Çok üzülmüştüm o zaman.
Kısa bir süre sonra da genç yaşta kahrından öldü ünlü Peter Tettero.

 

ARTUKLU HABER AJANSI-MAGAZİN SERVİSİ

 

Anahtar Kelimeler:
25° / 13.5°
  • BIST 100

    10173,4%1,17
  • DOLAR

    32,27% 0,02
  • EURO

    34,95% -0,06
  • GRAM ALTIN

    2447,18% 0,05
  • Ç. ALTIN

    3912,88% 0,00