Tarih: 23.08.2025 13:45

Ümit Özdağ: "Öcalan Türkiye'ye demokrasi getiriyormuş."

Facebook Twitter Linked-in

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Bursa'da basın mensuplarıyla bir araya gelerek sorularını yanıtladı ve açıklamalarda bulundu.

 

Prof. Dr. Ümit Özdağ: Halkın ekonomik krizi en ağır yaşadığı dönemlerden bir tanesinden geçiyoruz. Artık buna ekonomik kriz demek haksızlık; ekonomik buhranla karşı karşıyayız. Kriz birkaç ay sürer ama yedi yıldan bu yana Türk halkının fakirleştiğini, küçük bir grubun ise zenginliğine zenginlik kattığını, bu zenginliği yurtdışına transfer ettiğini ve ülkenin bütün yapısal dengelerinin kökten bozulduğunu tespit ediyoruz. Ve Türkiye zengin ancak Türk halkı fakir ve fakirleşiyor.

Şimdi bu ekonomik buhranın nedeni olan politikaların sahibi Cumhur İttifakı, karikatür gibi bir çözümle Türk halkının karşısına enflasyonla sözde mücadele etmek için çıkıyormuş. Neymiş efendim, süpermarketlerde "Cumhur Reyonları" açılacakmış… Sanki süpermarketin diğer reyonlarını Trump yönetiyor da, Cumhur Reyonunu Erdoğan yönetiyor. Ekonomik buhrana Cumhur Reyonu çözümü, AK Parti ekonomi politiğinin iflasının tekrar ilanından başka hiçbir şey değildir.

Hatta madem böyle Cumhur Reyonuyla başladılar, enflasyon rakamlarını da TÜİK'ten almasınlar; Alman İstatistik Kurumu'nun Almanya için açıkladığı enflasyon rakamlarını Türkiye için açıklasınlar. Böylece enflasyonu da daha hızlı düşürmüş olurlar.

Evet, gerçekten ülkenin karşı karşıya olduğu durum, yaşanan ekonomik kriz karşısında bu kadar vahim. İktidar çaresiz ve Mehmet Şimşek'in sadece enflasyonu düşürmeye odaklı, bunun dışında hiçbir makroekonomik politik hedefi olmayan politikası Türk halkını fakirleştirirken, bütün yükü dar gelirli yurttaşların sırtına yüklerken ve bu fakirlik açlıkla mücadele seviyesine inerken küçük bir rantiye grup zenginleşmeye ve zenginliği yurtdışına transfer etmeye devam ediyor.

Türkiye'nin, Devlet Planlama Teşkilatını kurmadan ekonomik krizle başarılı bir kurumsal çerçeve oluşturarak mücadele etmesi mümkün değildir. Ve Türkiye'nin bugün yıllardan beri sürmekte olan ve insafsızca sürdüğü, Bülent Arınç tarafından kendisi de görevdeyken itiraf edilen israf ekonomisi modelinden vazgeçmeden, bugün yaşanan ve Türk halkını açlığa sürükleyen ekonomik krizden çıkmak için önünde bir ufuk görmesi mümkün değil.

Bundan dolayı Zafer Partisi olarak önümüzdeki günlerde, haftalarda ve aylarda çok yoğun bir şekilde ekonomik kalkınma ile ilgili yapılması gerekenleri Türk halkıyla, seçmenle paylaşmak üzere geçen hafta Zafer Ekonomi Konseyi'ni kurduk. Konsey, teorik çalışmalarını bir süreden beri devam ettiriyor. Sonbahardan itibaren Türkiye'nin değişik illerinde Zafer Partisi'nin ekonomi programını sektör sektör açıklamak için çalışmalara başlayacağız. Biz sadece eleştirmeyeceğiz, ne yapacağımızı da söyleyeceğiz.

Anadolu Kalesi Projesi

Zafer Partisi'nin, 13 milyon sığınmacı ve kaçağın oluşturduğu ve Türkiye için en yaşamsal sorun olan meseleyle ilgili çözüm önerisi "Anadolu Kalesi Projesi" artık Türk halkı tarafından anlaşılmıştır. Biz, Anadolu Kalesi Projesi'ni anlatmaya devam ederken ve terörle ikinci müzakere sürecinin Türkiye'nin varlığını nasıl tehdit altına aldığını dün akşam yaptığımız panelde izah ettiğimiz gibi, Türkiye'nin değişik yerlerinde izah etmeye devam ederken diğer yandan ekonomi ile ilgili çözüm önerilerimizi de gündeme getirmeye devam edeceğiz.

Orman yangınları ve çözüm önerisi

Bu çerçevede üzerinde durmamız gereken bir başka mesele de hiç şüphesiz Bursa'nın da yakın zamanda acı bir şekilde deneyimlediği orman yangınlarıdır. Küresel ısınmadan dolayı orman yangınları önümüzdeki dönemde azalmayacak, artarak devam edecektir. Orman yangınları ile mücadelede AK Parti hükümeti hemen her şeyde olduğu gibi başarısızdır, hazırlıklı değildir, yeni bir döneme girildiğinin bilincinde değildir. Orman yangınlarını 20. yüzyılın anlayışıyla söndürmek, mücadele etmek mümkün değildir. Bunu da zaten yangınların yıkıcı etkilerinden görüyoruz.

"Bir bölge yandı bir şey olmaz, 3-4 sene sonra nasıl olsa doğa kendisini toparlar" deme lüksümüz yoktur. Çünkü yağışlar azalmaktadır, orman yangınları yağışların azalmasıyla artmaktadır. Orman yangınları sonucu ormanların yanması, su kaynaklarının tekrar azalmasına, yağmurların tekrar azalmasına yol açmaktadır. Böylece her sene daha da azalan bir yağışla karşı karşıya kalacağız.

Bakın, küresel bir ısınma sorunuyla karşı karşıya olduğumuzun en somut örneklerinden birisi bu sene Akdeniz'de, Adana'da narenciye üretiminin yarı yarıya düşmüş olmasıdır. Mandalina ve portakal ağaçlarındaki ürünlerin yarısı sıcaktan kavrulmuştur. Daha önce böyle bir şey duydunuz mu? Evet, Akdeniz bölgemiz Kahire iklim kuşağına kaymaktadır. Bu, ortalama ısının yılda 1,5 ile 2° arasında artacağı anlamına gelmektedir. Bu da bitki örtüsünün değişmesi, yağış rejiminin değişmesi ve sualtı kaynaklarının tükenmesiyle sonuçlanacak bir süreçtir. Eğer bu küresel probleme milli ve yerel çözümler hızla geliştirilmezse orman yangını ile mücadelede Zafer Partisi'nin perspektifinden sadece bir ormanın yanması değil, daha büyük bir sürecin parçası olarak görülmelidir.

Bundan dolayı orman yangınlarını yandıktan sonra değil, başlamadan alacağımız önlemlerle durdurmak zorundayız. Birincisi, orman yangınlarını durdurmak için biz parti olarak orman tabanının her sene düzenli olarak temizlenmesi gerektiği çözümünü ortaya koyduk. Bunun için orman köylüsüne zimmetlenecek bölgelerden yapılacak toplama, devlet tarafından orman köylüsünden satın alınacaktır. Böylece ormanın tabanında yanacak bir malzeme kalmayacaktır. Ancak mesele sadece bu da değildir.

Bakın, orman yangınları sırasında en çok neden dert yanıyoruz? Uçak var mı? Helikopter neden yok? Peki bu uçaklar ve helikopterler suyu nereden alıyorlar? Ya göllerden alıyorlar ya da denizden alıyorlar. İnsanlığın ulaşmış olduğu teknoloji, Sibirya'da çıkan doğal gazın Berlin'e, Paris'e ve Madrid'e gelmesini sağlıyor; Ceyhan'dan çıkan petrolün Adana'ya gelmesini sağlıyor. Yani petrol boru hattı dediğimiz hatlarla bu sıvı ham petrol ve doğal gaz dünyanın bir ucundan öbür ucuna iletiliyor. Ama bakıyorsunuz Çanakkale'de, Bursa'da denizin dibindeki ormanlar yanıyor.

Bizim burada önerimiz ve çözümümüz, yangından çok önce sistemli bir yatırımla orman içine denizden su basabilecek boru hatlarının inşasıdır. Bazı çevreler buna maliyetli olduğu gerekçesiyle karşı çıkmaktadır. Hiçbir maliyet, ormanın yanması kadar büyük bir maliyet değildir.

Bunu yaptığımız takdirde orman içinde göletler oluşturma imkânımız da olacaktır. Ve bu hem buharlaştırmayla küresel ısınma ile mücadeleyi sağlayacak. Kimse bu yayını izleyen suyun tuzlu olduğundan bahsetmesin; çünkü onun orman tabanına zarar vermesini engelleyecek mekanizmalar var. Ayrıca deniz suyunun orman yangınını söndürmesinde de orman tabanına verilen bir zarar yok. Zaten uçaklar da denizden alıp yangın bölgesine götürüp o suyu, deniz suyunu yangınla mücadelede kullanıyorlar. Ama artık yangınların boyutu bunu çoktan aşmış durumda.

Yine Orman Bakanlığının personel sayısının ve yangınla mücadele ekipmanının güçlendirilmesi gerekiyor. Son yangınlar sırasında Azerbaycan'dan gelen itfaiyecilerin sahip oldukları donanımla, Türk itfaiyecilerinin sahip oldukları donanım 21. yüzyılla 19. yüzyıl arasındaki fark kadar geniş bir farktı. İnanılır gibi değil. Sonra insanlarımızın şehit olmasından dolayı üzülüyoruz. Bunlar zorunlu şehadetler değil, bunlar ihmal ve kötü yönetim sonucunda gerçekleşmiş şehadetler ne yazık ki. Ve olmasını engellemeliyiz.

"Suça sürüklenen çocuk"

Ülkemizin yaşamış olduğu bir başka önemli ve iktidarın çözüm bulmakta aciz kaldığı sorun hiç şüphesiz organize suçtur. Organize suç, büyük bir tehdit olarak toplumsal yaşamı tehdit ediyor her geçen gün. Sadece uyuşturucudan, sanal kumardan bahsetmiyorum; sokakları terörize eden çetelerden de bahsediyorum. Ve görüyoruz ki bu çeteler artık insanlar için, düzgün yaşamını sürdüren insanlar için tehdit olmaya başladılar.

Ankara'da Keçiören'de 22 yaşında bir genç, kız kardeşine tacizde bulunan birisi 14, birisi 17 yaşında iki genci uyardığı için dükkanında 17 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Ve şimdi bu gencin babası çetenin diğer mensupları tarafından cinayetle tehdit ediliyor. Yılın başında İstanbul'da Ahmet'in, yine 14 yaşında bir kardeşimizin, nasıl sokak ortasında zevk için alçakça öldürüldüğünü gördük.

Değerli arkadaşlar, bunu "çocuk suçlular" diyerek küçümsemek ve önemsizleştirmek mümkün değildir. Aranızda 12 Eylül 1980 öncesinde 16-17 yaşında olanların olduğunu görüyorum. Mesela siz 12 Eylül öncesinde 16-17 yaşındaydınız. Sizler hatırlarsınız; Türkiye'de terör, üniversite gençliği sokağa çıktığı zaman değil, lise gençliği sokağa çıktığı zaman başlamıştır. Yani 15-16-17 yaşındaki gençler siyasal şiddet sürecinin içerisine girdiği zaman her şey kontrol dışına çıkmıştır.

Onun için bugün "sokak çocukları" veya "suça sürüklenen çocuklar" diyerek meseleyi küçümsemek mümkün değildir. Suçu kitleselleştirme potansiyeline ve şiddeti tırmandırma potansiyeline en fazla bu yaş grubunun sahip olduğunu Türkiye deneyimleyerek daha önce görmüştür.

Bugün İstanbul'da binin üzerinde motorize ve silahlı çete mensubu var. Bu da on büyük grupta oluşanlar. Diğer küçük grupları hiç saymıyoruz bile, sayı bunun çok ötesinde çünkü. Ve buna karşı bir mücadele konsepti geliştirilmemiştir. Sokak çocukları denilen başıboş, aileleri tarafından sokağa bırakılmış çocuklarımız bu çeteler için büyük bir insan kaynağı haline gelmiştir. Türkiye, sokak köpeklerini konuştuğu kadar sokak çocuklarını konuşmuyor.

Sokak çocuğu diye bir çocuk olamaz. Sokak çocuğu demek, ailesi olmayan çocuk demektir. Ailesi olmayan çocuk olur mu? Ailesi olmayan çocuk devletin çocuğudur. "Sokak çocuğu" kavramını silecek bir politikanın derhal yaşama geçirilmesi gerekiyor. Aile Bakanlığının işi nedir? Bakana yeni otomobil almak mı? Duyduğumuza göre yerli ve milli TOGG'dan Mercedes'e, 33 milyonluk terfi etmiş bakan; birazcık yeni araçtan çok "Sokak çocuğu kavramını nasıl ortadan kaldırabilirim?" onu düşünmesi gerekirdi. Biz Zafer Partisi olarak sokak çocuklarının devletin çocuğu olduğu bir Türkiye'nin projelendirmesini yapmış durumdayız.

TBMM'de kurulan Öcalan Komisyonu

Ve değerli basın mensupları, son olarak Mecliste Öcalan Komisyonu'nda gerçekleşen görüşmelerle ilgili görüşlerimizi de sizinle paylaşmak istiyorum.

Meşhur bir tarihsel figürümüz vardır: Bekri Mustafa. 41 yaşında vefat etmiş, çok genç; kendi döneminde İstanbul'da çok iyi içmekle anılan bir zat. Bir gün üzerinde cübbe bir yerden bir yere geçerken Küçük Ayasofya Camii'nin yanından geçiyor. Orada da bir cenaze namazı kıldırılacak, cemaat birikmiş. Bekri Mustafa'nın üstündeki cübbeyi görünce tutuyorlar, diyorlar ki:

"Ya şu cenaze namazını kıldır."

"Ben hoca değilim, imam değilim."

Israr ediyorlar, "Sen kıldır" diye. Bekri Mustafa böyle zorlanınca önce cenazeye bir şeyler söylüyor. "Hocam, ne söyledin?" diyorlar.

Bekri Mustafa:
"Burada cenaze namazı kıldırıyor; öbür dünyaya bunu söyle, gerisini onlar anlarlar."

Öcalan Türkiye'ye demokrasi getiriyormuş. Gerisini siz anlayın.

Binlerce insanı gözünü kırpmadan ölüme gönderen, öldürten; beşikteki çocukları, kümesteki tavukları öldüreceksiniz diye emir veren ve toplu katliamlara imza atan teröristbaşı Öcalan, bu komisyonda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çatısı altında "Abdullah Bey" diye anılıyor. Teröristbaşı Abdullah Öcalan'a "Abdullah Bey" demek, 1984'ten beri verilen terörle mücadele tarihine ve terörde yaşamını yitiren, şehit olan bütün yurttaşlarımızın aziz anısına hakarettir.

Bir terör örgütü ile pazarlık yapılmaz. İktidar masaya otururken bu süreç başladığında "Hiçbir pazarlık yok, PKK terör örgütü silahları bırakacak, kendisini lağvedecek" diye Türk milletine yalan söylemiştir. Peki şimdi komisyonda ne yapıyorsunuz pazarlık yapmayıp da? Siz Mecliste Öcalan Komisyonu'nda İstiklal Harbimizi, Lozan'ı, milli üniter laik devleti, Türk kimliğini, Türkçe eğitimi masaya koymuş; terör örgütünün temsilcileriyle bunların pazarlığını yapıyorsunuz.

Bu masa, Türk tarihinde meşru bir masa olarak anılmayacaktır. Bu masa, Türk tarihinde kara bir masa olarak anılacaktır.

Biz de bu masayla, bu masanın temsil ettiği politik felsefe ile sonuna kadar Anadolu'da dolaşarak kent kent, bugün Bursa'da olduğumuz gibi ilçe ilçe görüşlerimizi anlatacağız ve milli, üniter, laik devleti geleceğe taşımanın mücadelesini vereceğiz.

 

ARTUKLU HABER AJANSI-BURSA




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —